27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜

4.1K 348 613
                                    

"Yaşamak için sessiz ve hareketsiz olmak gerekiyor, burada da orada da. Biraz üzüntü varmış, olsun, ne çıkar ki? Bir çocuk gibi daha derin uyumanı sağlar. Ama dert uyurken de, uyanıkken de vücudu ikiye bölen saban gibidir ve katlanılması mümkün değildir."

Çiçek dükkanı karmakarışıktı. Boş saksı yığınları, yere dökülmüş toprak kalıntıları ve raflarda düzensizce birbirine sığınmış çiçekler vardı. Taşınıyorduk çünkü. Küçüklüğümün şehrinden ayrılmak ve yetişkinliğime başlamak için Busan'dan ayrılıyorduk. En çok içimi yakan şeylerden biri de bu dükkanı boşaltmaktı. Yıllarca birlikte büyüdüğüm mis kokulu çiçekleri kendi ellerimle nakliyat kamyonuna götürürken içim parçalanıyordu. Fakat farkındaydım, bu bir son değildi. Seul'de yapılacak yeni bir başlangıç için ara verilmesi gereken güzel bir anıydı. Tıpkı, annemi de burada bırakmayışım gibi. Onu kalbimin en derininde saklarken sırf mezarını burada bıraktığım için ondan ayrılmıyordum. Geç de olsa öğrendiğim en iyi şey belki de buydu. İnsanlarla ayrılığımız kesinlikle fiziksel olmazdı, asıl ayrılık kalpten silinince gerçekleşirdi.

Jimin buradan ayrılalı bir hafta olmuştu. Babam Amerika'dan gelmiş ve Seul'deki güzel sanatlar okulunun seçmelerine de bir hafta kalmıştı. Rae Yun ve Myung Soo ile birlikte katılacağımız bu seçmeler için uzun süredir çalışıyorduk. Tek temennimiz üçümüzün de kazanmasıydı. Üstelik eğer kazanırsak, Jimin ile de ayrılmak zorunda kalmayacaktım. Tek taşla iki kuş!

"Oh, sonunda bitti Jinnie-ah!" diye rahatlamış bir halde kollarını havaya kaldırarak sevinç narası atan babam, kendini şimdi bomboş kalan masasının ardındaki çalışma koltuğuna bıraktığında, ben de ellerimi kenardaki muslukta yıkayarak elime bulaşan toprakları akıtıyordum. İşim bittiğinde rafları çiçeksiz kalan dükkanı buruk gözlerle bir süre süzme ihtiyacı hissettim. Her okul çıkışı buraya gelip suladığım ve doyasıya muhabbet ettiğim begonyalar, orkideler, karanfiller, leylaklar ve daha birçok çiçek şimdi yoktu. Toprağa elimi bastırdığımda hissedebileceğim bir canlılık veya kokladığımda burnuma dolan bir güzellik yoktu. Sararmasından korktuğum için koklayamadığım manolyalar dahi terk etmişti bizi şimdi.

Büyümek böyle bir şey miydi? Sürekli bir şeylerden ayrılıp acı çekmek miydi? Geçen gün tek tek ziyaret ettiğim Min Soo teyze, albay amca, Huysuz İncir ve Yoora'ya verdiğim bir saksı pembeliğine gizlenmiş manolya ile veda edişimdeki acı mıydı büyümek? Onları uzun zaman göremeyecek olmamda mı gizliydi yoksa... Bilemiyordum. Kayıplara bağışıklık kazanan bünyemi tekrar aynı şeyle karşılaştığında güçsüz görmekten korkuyordum. Kanıksadığım tek şey, buydu.

Köşedeki ısıtıcıya su koyup çalıştırırken az önceki neşeli halini çoktan terk etmiş, düşünce hülyalarına dalmış babama döndüm. "Kahve ister misin baba?"

Bir süre düşündükten sonra tebessüm ederek, "Karamellisinden kalmışsa olur canım." dedi. Dükkanın küçük mutfağı olarak kullandığı bu köşede, küçük musluk, iki gözlü duvara monteli dolap ve üzerinde su ısıtıcısıyla birkaç aletin bulunduğu çekmeceli komodin vardı. Rafın kapağını kaldırıp paket kahvelerin olduğu kabı aldım ve içini açarak yalnızca dört tane kalmış fındıklı kahvelerle karşılaştım. "Maalesef." dedim hüzünle babama dönerken. "Elimizde yalnızca fındıklı var. Ama istersen marketten alabilirim."

"Gerek yok fıstığım." diye itiraz etti babam anında. "Fındıklı da güzel."

Ona küçük bir tebessüm yollayıp fokurdayan suyu kahveleri koyduğum fincanlara döktüm ve karıştırdıktan sonra babamın karşısındaki turuncu renkli koltuklardan birine oturarak beyaz porselen kupayı ona uzattım. Teşekkür ederek alan babam bir süre öylece kahveye dikti bakışlarını. Keyifsiz tavırlarını buradan ayrılışına bağlamak istiyordum delice. Ancak onda çok farklı bir duygu daha vardı. Tanımlayamadığım ancak önemli bir duygu.

cherry blossom | pjm Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin