XXX-XII

9.8K 1.1K 100
                                    

30 Aralık
09.28, akşam.

Orada olacak mısınız, beyefendi? Neşeyle süslenmiş büyük çam ağacının yanında veyahut sessizce yanan ışıltılı ateşin önünde sizi görme umudu ve düşüncesiyle, en güzel elbisemi seçtim sizin için. Karanlık, kadife bir elbise... Kadifeye öyle yakışıyor ki siyah ve bileklerdeki gümüş renkli detaylar öylesine eşsiz ki ancak o elbise yakışabilir böylesi önemli bir geceye.

Siz, belki yine o güzel beyaz gömleğinizi giyersiniz. Kumaşı pürüzsüz, ütüsü keskin olan o gömleğin diğer gömleklerden herhangi bir farkı olmadığını biliyorum lakin o yumuşak beyazlığın örttüğü ten, size ait ve bu da onu özel kılmaya pekâlâ yeter. Diğer yandan smokin ya da frak giymenizin benim gözümde hiçbir önemi yoktur zira size ikisinin de yakışacağını bilirim. Nitekim, toplumda yer alan giyim konusundaki kurallar konusunda bilgiye neredeyse hepimiz sahip olsak dahi bunlara uymanız yahut önemsememeniz de, işte bu emin olduğum doğruluk karşısında fazlasıyla kıymetsiz.

Doğrusu beyefendi, bir an önce gece geçip gitsin, ardından güneş yeniden doğsun ve hatta yine solmaya yaklaşsın istiyorum. Yarın çabucak gelsin ki sizi görebilme umutlarımın gerçeğe döndüğünü görebileyim. Pek zalim geliyor aydınlık artık, sanki acı çektirmek istiyor bana, bilerek solmuyor.

"Git!" diye bağırdım geçtiğimiz saatlerde ona.

"Git artık, seni istemiyorum!"

Ama geçip gitmedi, yaşlı bir adam misali dakikalar, yavaş yavaş ilerledi. Saat dokuz buçuğa pek az kaldığını gösterirken şimdi, aydınlığa karşı zaferimi ilan edeli de kısa bir süre olmuş oluyor.

Heyecanımı bastırmak için yaklaşık iki saattir aralıksız kitap okumaktaydım. Kitabın akıcılığını göz ardı edemem fakat genç bir kadın ve onu seven bir adam arasındaki konuşmaları okurken birden hızlanmaya başlayan kalbim, ruhuma serpiştirilen o küçük sevgi tohumları ve heyecan, bana hep sizi hatırlatırken daha fazla sayfaları çeviremeyeceğimi fark ettim. Gözlerime hafif bir ağırlık çökmüş gibiydi ama yine de size yazmaktan kendimi alıkoyamadım. Farkındasınız ya beyefendi, size yazdıkça adeta bir kuş kadar hafifliyor ve huzur buluyorum. Buna ilaveten yarınki baloya gelmeniz durumunda beni ne kadar mesut edeceğiniz hakkında hiçbir fikriniz yok!

Elimden hiçbir şey gelmez ancak rica ederim, ümitlerimi boşa çıkarmayın. Lütfen, beyefendi; gelin. Sizi görmeme izin verin ve böylece en azından karanlık gözlerinizin aklımdaki varlığını tazeleyip sertliği ve sakinliği bir arada, muazzam şekilde barındırabilen sesinizin yankılarını bir süre için daha zihnimde yaşatabileyim.

Farkında değilsiniz siz, bilmiyorsunuz ancak ben, karanlığının derinliği kadar parlak olan gözlerinizde büyük umutlar taşıyorum. Denizsiniz siz ve hatta okyanus, derinsiniz. Bir sanrı yansıyor oradan benliğime, kayboluyorum. Aşılamazmış gibi onlar yahut anlaşılamaz, tanımlayamıyorum. Sonsuzluğa uzanan mavilik bana elini uzatıyor bakışlarımın önünde, ufuk çizgisinde bir yerlerdeyim fakat karakterinizi tanımlamak, onun hakkında kesin bir şeyler söyleyebilmek son derece zor. Her yeni günde, sanki bambaşka bir şeyler keşfediyorum sizin hakkınızda ve sizi düşündüğüm her anda, o soğuk sular içinde yalnızca zayıf bir kulaç atabiliyorum. Belki de bu sebepten beyefendi, bu keşfi pek güç, geniş okyanusunuzda benim biçare duygularımı taşımaktasınız.

Siz, yalnızca, henüz bilmiyorsunuz.
Bu beni gülümsetiyor çünkü huzuru içlerinde taşıyan dalgaların sahibi, kendine deniz demeyi dahi düşünemeyen hırçın, koyu mavi örtü; derinliklerinde küçük bir kızı yaşatan okyanus olduğunu bilmiyor.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now