XX-V

4.2K 515 158
                                    

20 Mayıs
05.10, akşamüstü.

Beyefendi... Siz, hislerinizin yoğunluğunda kaybolmuş olmalısınız. Aksi mümkün olamaz zira zaman, şayet düşmanıysa insanın, merhamet etmez. Size karşı da her zamankinden daha zalim davranmış olmalı fakat her şeye rağmen, karşısında korkusuzca durmuş gibisiniz. Öyle görünüyor ki yara aldığınız halde, beyefendi, siz, savaşmaya devam ettiniz.

Sabah saatlerinde uzun bir süredir göremediğim değerli Kuşların Şairi'ni ziyaret ettikten sonra eve geldiğimde, dönüşümün ardından ruhumu saran yoğun sis dalgasına karşın mutlu olduğumu düşünüyordum. Hakikat, pek de büyük olmayan bir sevinci hissettiğimi söylese de hiç değilse gülümseyebiliyordum. Ne var ki kapıdan içeri girdikten kısa bir süre sonra kız kardeşimin odasında beni beklediği söylendiğinde, ardından kız kardeşim beni yüzünde gergin bir ifade ile karşıladığında hissettiğim o küçük huzur da silinip gitti ruhumdan. Endişe, boynuma eski bir kement atıp ciğerlerimi boğmayı amaçlarken odanın içinde ilerledim. Pencerenin önünde duran kız kardeşime iyiden iyiye yaklaştığımda ılık bir bahar havası durmamı ister gibi sert bir şekilde girdi içeri ve aynı anda, elleri arasındaki kâğıdı gördüm. Biraz daha sıkılaştı kement, küçük bir adım attım ve bana uzattı parmakları arasındaki emaneti.

Bu, bir mektuptu. Yıpranmıştı, birkaç ay kadar eskiydi ve sözcükler, takvimler 3 Aralık'ı gösterirken, işte bu satırlara gömülmüştü.

Siz, hanımefendi;

Alaca karanlığımı yakan ay ışığı, tan vaktinin güneşi, ıssız mevsimin gözyaşı; siz, beyazlar içindeki kadın, geceme uğrayan en güzel yabancı...

Oradaydım ancak gerçek değildim. Aklımda çok başka düşüncelerle bulunuyordum o salonda ve siz, incelikle işlenmiş detayları dikkat çeken beyaz bir elbisenin içinde bütün zarafetinizle duruyordunuz. Gülümsemeniz, o neşe saçan an, aklımdan silinmiyor. Nasıl da zıttı ifadelerimiz, belki de gözlerimde, bu sebeple parlamıştınız kalabalığın içinde. Buna sebebiyet veren tebessümünüz, gördüğüm bütün yüzlerde yer bulanlardan çok daha samimi ve canlıydı. Emindim ki onu, yıldızlar dahi kıskanırdı.

Tarifi mümkün olmayan bir coşkuyla istedim sizinle tanışabilmeyi, o halde neden konuşamadım? Kelimelerim şaşırdı yolunu, kaçtı hepsi benden. Üzgünüm, bu aşırı sözlerim için bağışlayın beni lakin elimde değil. Şüphesiz, o güzel çehrenizin harikulade birer parçası olan gözleriniz karşısında büyülendim. Uzaktılar bana ancak geceyi aydınlatacak kadar parlaklardı. Affedin fakat sözlerimin sizi hayrete düşürmeyeceğine inanıyorum zira... Aksini düşünen olmuş mudur ki hiç?

Hatırlıyorum. Dürbünden sıyrıldığında bakışlarım, ansızın, bir gayem olmaksızın çevirmiştim başımı ve orada, sizi gördüm. Sanki hanımefendi, orada olduğunuzu bana melekler fısıldamıştı. Özenle yaratılmış gibiydi varlığınız, bir rüya sanmıştım. Oradaydınız ancak gerçek değildiniz.

Olamazdınız zira çaresizlik, karşıma böylece çıkamaz ve acı, bu kadar güzel bir surette hayat bulamazdı.

Ama hanımefendi... Siz tamamen gerçeksiniz.
Ve bu, şimdiden canımı yakıyor.

Son satıra dokunduğumda, nefesim boynuma düğümlenmişti. İmzanızı gördüğümde ise gittikçe kızarmaya başlamış olmalıydı tenim çünkü artık ciğerlerime hava dolmuyor, yüzümdeki hiçbir kıvrım hareket etmiyordu. En nihayetinde, kız kardeşim tedirgin gözlerle bana bakıp parmakları kolumu nazikçe sardığında dudaklarım aralandı ve o kırmızılığın içine tenimden bir parça damladı. Ardından, ellerim öyle çok titredi ki sözcüklerinizi yere düşürdüm. Bağışlayın beni, onları yerden alamadım zira artık önümü dahi göremeyecek bir haldeydim, bakışlarımda bütün renkler birbirine karışıyordu.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now