XXI-V

4.4K 479 86
                                    

Herkese merhaba! Bu bölümün iki şarkısı olacak. Biri diğer bölümlerde olduğu gibi medyada bulunuyor, parçanın ismi Cengizhan Yavuzer - Angels; diğeri ise aşağıda, parçanın ismi ise Clint Mansell - The Last Man.

Mektubun yazılma tarihi ile bölümün yayımlanma tarihi aynı denk geliyor bugün, ilk defa yazıp yayımladığımda böyle değildi pek tabii ancak bu, hoşuma giden bir tesadüf oldu doğrusu.

Bölümü beğenmeniz dileğiyle!

   

21 Mayıs
11.57, akşam.

Beyefendi,

Muvaffak olamadım. Karşı çıkamadım serzenişler içindeki yüreğime, zihnimin içindeki karmaşayı daha da büyüttüğü gibi kollarını kendine sararak bir kördüğüm haline gelen düşüncelerimi yok sayamadım ve birdenbire, her nasılsa, kendimi sizin evinizin bahçesinde buldum. Göğsümdeki ağırlığın uçup gittiğini ve ardında, üzerini örten kumaş kalktığında kanlı gözyaşlarına boğulmuş bir yara bıraktığını hissediyordum fakat dönmedim geriye. Kararlıydım, sizinle konuşacaktım.

Kapıyı çalarken ellerim titriyor ve kalbim, korkuya neredeyse eş, en az onun kadar yakıcı bir his tarafından sarılmış bir halde, güçlükle nefes alıyordu. El ele tutuşmuş olan kelimeler dudaklarımın ardındaki boşluğa, o derin kuyuya atlarken huzursuz bir şekilde bekledim ve ancak geriye hiçbir iz kalmadığında onlardan, kapı açıldı. Karşımda duran hizmetkâr yüzüme aceleci bir ifade ile baktı ve hafifçe kaşlarını çattı hemen sonra. Ona sizi sordum ve utancımı bastırmaya çalıştım fakat yanaklarım çoktan kızgın korlarla kaplanmıştı. "Beyefendi evde değiller," demişti önce, ben şaşkınlıkla bir şeyler söylemesini beklediğimde ise "İş sebebiyle bir süre evde olamayacaklar. Bugün saat dört gemisiyle ülkeden ayrılıyorlar," diyerek devam etti. Bakışlarım yere düştüğünde beyefendi, onların elini tutacak hiç kimsenin olmadığını fark ettim. Hislerim belki de doğru değildi lakin ben, terk edilmiş gibi hissettim. Biraz da... Kaybolmuş.

Ancak başımı kaldırdım ve beni nezaketle cevaplayıp ardından sessizce bekleyişimi sabırla karşılayan o genç kıza teşekkürlerimi ilettikten sonra, hızla yürüyüp oradan ayrıldım. Arabadan dışarı bakıp zamanın yanımızdan koşarak geçtiğini ancak yolun, onun her bir adımında biraz daha uzadığını düşünüyordum ve bu, boynuma ellerimi dolamaya benziyordu. Gittikçe daralıyordu sözcüklerin düştüğü kuyu, güneşin ışıkları dahi karanlığı savunuyordu. Ümidim bu yönde değildi, ne var ki, karardı beyefendi. Her yer, bu anların üzerinden çok geçmeden, zifiri bir renge boyandı.

Çok mesafe kalmamıştı ki limana, ansızın durduk. Bir şeyler yanlıştı, barizdi ki bir sıkıntı vardı ve ilerleyemiyorduk. Arabadan inip yürüyerek devam edeceğimi söyledikten sonra sürücüyü ve hala bilmediğim sorunu ardımda bırakıp yürümeye başladım. Henüz suyla buluşmuş toprağa bastıkça eteklerime bulaşan çamurun gölgesi düştü ruhuma, inancımın üzerindeki çatlakların fısıltısı dökülüyordu nefesimin çarptığı havaya fakat her şeye rağmen, ilerledim. Ayakkabılarıma dolanan kahverengi zincirler, geri dönmem için yalvaran ve zihnimi tamamen sarıp beni buna mecbur kılmaya çalışan acımasız düşüncelerin emrinde gibiydi. Attığım her adımda sanki küçük bir yaratık bacaklarıma konuyor ve önce elbisemi tutuyor, ardından tenimi sarıyor ve "Derhal geri dön!" diye bağırıyordu. Yürümek bir işkenceyi anımsatıyordu artık fakat vazgeçmedim. Size ulaşmak zorunda olduğumu hissederken, ayak bileklerimden bacaklarıma kadar uzanan, o yaratıkların meydana getirdiği yaralar, hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now