XI-I

6.8K 820 195
                                    

11 Ocak
10.19, akşam.

Zaman kayıptı, ben de onun derinliğinde çekingen adımlarla ilerlerken sizi arıyordum. O, bir başına, bilinçsiz bir şekilde nefes alıp veriyordu zihnimde ve hiçbir yol çıkmıyordu merkezinde uyuduğu karanlığa. Hissetsem de varlığını, anlamını kaybetmiştim artık.

Güneş tahtını yavaş yavaş terk ederken korkularımı, yalnızca duygularımla yüzleşirsem yenebileceğimi düşünerek ayrıldım evden. Bir kez dökülüvermişti zaten kalemimden ve siz de okumuştunuz, ne kaybedebilirdim ki tekrar dile getirmekten? Biraz daha mı uzaklaşırdınız benden beyefendi, yoksa terk mi edilirdim, ayrı mı düşerdim sizden? Dudaklarımın kenarından aşağı sarkan neşeli çocuklar alay ediyor şimdi benimle zira bunların hiçbiri mümkün değil. Ben yalnızca var olması mümkün görünmeyen bir sanrıyı kaybetmekten korkuyorum, hepsi bu.

Cesaretimin, duygularımın hor görüleceğine dair aklımdan bir türlü çıkmayan çeşitli düşünce ve korkuların karşısında hezimete uğrayacağı endişesi ile yürüdüm ağaçların arasında. Gece aralıklarla yağmış olan karın saf güzelliğini adımlarımla kirletirken ve saçlarımın arasından geçip kulağıma ürkütücü bir melodi fısıldayan rüzgâr gittikçe acımasızlaşırken eğer size hislerimden bahsedersem bana yaşatma ihtimalinizin bulunduğu sukutuhayali düşünüp yok yere hüznü davet ettim yüreğime. Oysa sabah, bilincimi kaybetmiş gibiydim; zihnimde yer bulan tek cümle, size doğruları söylediğim ana aitti fakat şimdi şüpheye düşer gibi oluyor ve korkunun beni ele geçirmesine izin verip geri dönme hissi ile doluyordum. Adımlarım kısa bir an için durduğunda şayet sizi görmemiş olsaydım biraz ileride, vazgeçmiş olabilirdim.

Ağır adımlarla ilerledim size doğru, arkanızı dönüp bana baktığınızda ise gürültüyle atan kalbime uyum sağladı adımlarım. Yanınıza geldiğimde bakışlarımı örten hayranlığı silercesine sert bir tokat attı asi yel, durgun ve ciddi ifadenizin bütün detayları berraklaştı hemen sonra. Kısa bir selam verdik aynı anda, her zamankinden daha karaydı bakışlarınız eğdiğiniz başınızı kaldırdığınızda. "Onu bulamadım," dediniz hızla, kelimeleriniz kırgındı.

"Burada olduğunuza göre bana yardım edeceksiniz, değil mi?"

"Ah, beyefendi... Hayır," derken güçsüz bir güven ile bağladım kelimeleri birbirine, zar zor tutundular birbirlerine. Kaşlarınızı öyle derin çattınız ki daha da zayıfladı dudaklarımın ardındaki kelimeler; biraz daha hızlandı yüreğim, neredeyse parçalara ayıracaktı ciğerlerimi.

"Daha fazla yorulmayacaksınız zira size yardım etmekten daha fazlasını yapacak ve doğruca cevabı söyleyeceğim."

Bu cümleyi kurduktan sonra zihnimden cümleleri derin anlamlarla yüklü bir kitabın sayfaları akmış gibi hissettim. Düştü omuzlarım, belimi saran kuşağın ardına saklanmış olan cüretkâr kelimeler avuçlarıma ulaşınca derin bir nefes aldım. Size uzattım mektubu, onu itiraz etmeden benden almanız büyük bir rahatlık sağladı bana çünkü uzun süre taşıyamazdım onu. Dediğiniz gibi, ağırdı. Nasıl olmazdı ki? Bir kalp atıyordu içinde, daha önce hiç tanımadığı duyguları biçare bir şekilde anlatmaya çabalayan bir kızın nefesi hissediliyordu satırlarda ve kâğıdın ruhuna sinmişti mahcup kelimelerin gölgesindeki sevgi. Neden çekinmiştim sanki duygularımdan, onları kucaklamak ve çekinmeden itiraf edebilmem gerekmez miydi? Bir kez daha kaybediyordum hayatla aramdaki savaşı bu sebeple, herkese ve dahi kendime dürüst olamadığım için her daim mahkûm olacağım yenilgiye.

"Şu an avuçlarınızın arasında tuttuğunuz mektubu, tekrar size verdim çünkü... Onun gerçek sahibi sizsiniz."

Şimdiye dek ciddiyetinden ve sert duruşundan ödün vermemiş olan ifadeniz sözlerimin bitişi ile yok oldu ve şaşkınlıkla aralandı dudaklarınız hafifçe. Yanılmış olmanın verdiği bir mahcubiyet de orada, gözlerinizin yanındaki sığ çizgilerin içindeydi. Geriye bir adım attınız itirafımın sizdeki etkisini saklamak ister gibi. Farkındaydım beyefendi, bir kez daha, kırmaktan korkuyordunuz beni.

"Rica ediyorum, bakmayın bana bu şekilde. Şaşırdığınızı görebiliyor ve bunu anlayabiliyorum fakat o satırları yazan kişinin, ilk defa hissettiği duygular karşısında yanılgıya düşecek kadar tecrübesiz, onların kalbinde meydana getirdiği ateşle yanıp böylesine cüretkâr cümleler kuracak kadar cesur olduğu için derin bir utanç hissiyle sarıp sarmalanmış ve kendine olan öfkesini dindirmekte başarıya ulaşamamış genç bir kız olduğunu unutmayın, lütfen."

"Hanımefendi, ben... Affedin beni. Ben, bu denli saf bir sevgiyi hak etmiyorum. Günün birinde, bütün kalbimle inanıyorum ki onu hak edecek bir adamla tanışacaksınız. Şimdi, lütfen, alın bu mektubu benden ve onu yalnızca sevginize layık olan birine vereceğinize dair söz verin bana," diye cevapladığınızda beni, rüzgâr bir kez daha okşadı sanki yanaklarımı. Uyandırırcasına beni hayallerimden, biraz da avutur gibi. İhtiyacım yoktu oysa benim ona zira ben, umutlarımı geride bırakıp gelmiştim size; kalbimin tek mücevherini de saklamıştım bugün en derinlere. Kırgınlığım hislerime yabancı olduğunuz için değil, onları bir başkasına kolayca emanet ettiğiniz içindi. Bunun düşüncesi dahi dayanılmazdı. Yaşayamazdı bir başkasında, onun ellerinde bu mektup, alev alırdı; nokta ve virgüller onların sahibi olmak isteyenin ayağına takılır ve onu sarp kayalıkların ucundan hırçın dalgaların arasına düşürürdü. Sizden başkası esarettir çünkü beyefendi, ne ben ne de kalemimden düşenler, biz bunu kabul edemezdik.

"O satırlar sadece sizin için yazıldı ve onlar sonsuza dek size ait olacaklar. Yalnızca rica edebilirim sizden bunu, lütfen, saklayın bu mektubu," diye kısaca dileğimi size ilettikten sonra yorgun bakışlarımı yüzünüze çevirdim. Yaralı, yavru bir kuşu avuçları arasında umarsızca tutan bir adam vardı bu kez gözlerinizin karanlığında. Mutlak yazgısıydı ömrünün kısa bir zaman sonra nihayete ulaşacağı çünkü artık taşıyamıyordu kanatlarını. Ona yardım etmek istiyordunuz lakin biçareydiniz; elinizden hiçbir şeyin gelmiyor oluşunun verdiği, içinizde büyüyen sessiz öfke ve onu ortasında kaldığı fırtınadan kurtarmak için katlandığınız külfetin altında eziliyordunuz. Farkında değildiniz beyefendi, oysa her an biraz daha güçlenen fırtınanın yaveri olan rüzgâr, sizin sesinizden doğuyordu.

"İyi akşamlar," diyerek yanınızdan ayrıldıktan sonra eve nasıl döndüğümü, hava kararana dek odamda öylece oturmuş dışarıyı izlerken neler düşündüğümü, durgunluğumu akşam yemeğinde aileme nasıl açıkladığımı tam olarak hatırlayamıyorum. Bulanıktı etrafım ya da belki de kirpiklerim gibi zihnim de yağmurlara teslim olmuştu.

Saatler geçmiş şimdi; itirafım, zamanın içinde belirsiz ve uçsuz bucaksız yollar çizerken. Günden arda kalan son aydınlık kırıntılarını da sürüklemiştim kendimle birlikte perdeleri sıkıca örtülmüş odama. Cılız mum ışığı o kırıntılara karışıp meydan okumak istese de muvaffak olamayacağının farkına vardı ve vazgeçti, yalnızca silik izler bıraktı masamın üzerinde. Bir perdeyi aralayacağım şimdi, ona yardım etmek için. Bu gece dolunay var, her zamankinden aydınlık gökyüzü.

Bu gece kar yağmıyor, beyefendi. Yoksa gökyüzü küstü mü bana? "Sakla," diye fısıldamıştı zira, "Öyle narin ki o duygular, en ulaşılamaz yere sakla," demişti. Uymadığım için sözüne, bu yüzden mi izin verdi misafirinin incinmesine? Cezalandırmış olmalı beni, zihnimde canlanıyor yaptıkları şimdi. Önce, baktığımda her daim silüetinizin şekillendiği kar taneleriyle süslü fezada, sizi, göremeyeceğim bir yerlere saklıyor. Gözlerinizin önünü bile göremiyorsunuz orada, ufak bir damlasından dahi yoksunsunuz ışığın. Sonra kayboluyorsunuz devasa boşlukta ve ansızın fırtınanın pençeleri arasına düşüyorsunuz. Uzaklaşıyorsunuz benden, yâd oluyor varlıklarımız birbirine ve neticesinde, hiç farkında olmadan incitiyorsunuz beni.

Tanrım, nasıl da korkunç bu düşünceler! Uyanmalıyım beyefendi, kâbuslarım beni boğmadan önce. Kurtulmalıyım acımasız göğün esaretinden, tamamen kendimi kaybetmeden önce. İhtiyaç duyarken şimdi yardımınıza, savaş veriyorum ruhumdaki ikilemlerle. Gittikçe silinecek diye korkuyorum çehreniz, bir yanda kalbimin mücadelesi ile yaşasa da hatıranızı yok etmek isterken zihnim. Şimdi incinmiş olduğumun farkındayım, bu yüzden dinlemeyin beni şayet gitmenizi istersem kalbimden. Sesiniz yankılansın odanın içinde, uzaktan da olsa dinleyeceğim. Sakın çabalamayın, iziniz silinmesin benden.

Gecemi paylaşın beyefendi, lütfen benimle kalın.

Beyefendiye MektuplarDär berättelser lever. Upptäck nu