I-VI

3.4K 460 60
                                    

1 Haziran
04.43, akşamüstü.

Günler gürültülü ancak ıssız, günler kalabalık fakat yalnız.

Zira siz... Siz yoksunuz.

Bir süre önce taşındığım bu köy, pek çok açıdan muazzam bir yer ve sizi kaybettiğimi hissettiğim günden bu yana, her saniye zihnimde başka bir umudun cenazesini yaşıyor olmasaydım, burası gerçek anlamda bana huzur verebilirdi. Kuşların cıvıltısı dahi acı bir ağı anımsatıyorken bana ve güneşin avuçlarımı ısıtan ışıkları tenimi yakıyor gibiyken, etrafımı saran yeşil duvarların arasındaki kaygı, bu kez nefesime değil, yüreğime bir kement bağlıyor. Onu hala canlı tutan bağlardan biri günler önce koptuğunda, biraz daha sıkılaşmıştı bu acımasız zincir ve görüyorum ki ancak iki olasılık var önümde. Biri, hala yaşıyor olmanız ihtimalinde kalbimin o kementten kurtulacağı yönünde; diğeri ise... Korktuğum lakin inkâr edemediğim o ihtimal, son nefesinizi vermiş olmanız. Bu durumda, zavallı yüreğim, daha fazla nasıl savaşabilir ki?

O günden sonra yüzümdeki cansızlığın farkına varmıştı pek çok kişi, özellikle Yüzbaşı sıhhatimin iyi olmadığından neredeyse emindi. Küçük Sincap bana canlı rengi ile gözlerimi kamaştıran bir meyve uzatırken "Gülümseyin lütfen, hanımefendi," demiş ancak ben bu ricasına karşılık veremediğimde, komşularının küçük kızının ellerini tutarak onunla dans etmeye ve neşeli bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı. Küçük kız da ona eşlik etmişti ve hatta Yüzbaşı'nın dahi dudakları kıpırdıyordu. Beni gülümsetmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı o an, dün de çabaladılar ve bugün de, denemeye devam ediyorlar. Söylememiştim onlara hiçbir şey ve onlar da anlamamıştı umutlarımın öldüğünü, şayet öyle olsaydı ısrarcı olmazlardı. Bilirlerdi ki gülümsemenin tomurcukları umutlar olmadan açamazdı, o olmadan, bir yaz gününde dahi dallarda çürüyüp kalırlardı.

Artık umut tomurcukları da yoksa güne uyanmak değil, yarın için uyumak zordur. Sizden gelecek bir haberi endişe ve korkuyla beklerken de bedenimin yorgunluğu önemini gittikçe yitirdi. O dehşet saniyesinden bugüne dek her gün, sabahın erken saatlerinde, gece boyunca yalnızca birkaç saat için güçlükle uyuduktan sonra uyanıp evde benimle kalan yardımcı genç kızın öncesinde ricasına, zaman geçtikçe ısrarlarına karşın kahvaltı yapmadan evden ayrıldım ve köy merkezine gidip sizi sordum. Son birkaç gündür ise yalnızca sabah gitmek kâfi gelmiyor, öğle vakitlerinde ve akşama doğru da sağlık merkezi binasının basamaklarının önünde buluyorum kendimi. Bugün yalnızca sabah gidebildim ancak, zira birkaç saat öncesinde, bütün bu puslu havanın içinde küçük, huzurlu bir ana şahitlik ettim.

Yüzbaşı'yla birlikte köy merkezinden dönüyorduk ki havadisi aldık, Yüzbaşı'nın arkadaşlarından birinin eşi sancılar içindeydi ve yalnızdı. Evin önüne hızlı adımlarla ilerledik lakin sonra o, bir ebe yahut hekim bulabilme umuduyla benden ayrıldı ve ben de, etrafında iki küçük çocuğuyla üçüncü bir nefesi dünyaya getirmeye çabalayan genç kadının yanına gittim. Saçları terden ıslanmış, kaşları karışmıştı ve dudakları titrerken kaygıyla heyecanın karışıp bir nehir gibi aktığı mavi gözleri bana yardım isteyen bir çocuk gibi çekingen bakıyordu. Gülümseyerek yanına oturdum onu biraz da olsa rahatlatmak için, ardından ona yardım edeceğimi söyleyerek elini sıkıca tuttum. Alnına düşen bukleleri oradan uzaklaştırıp artlarında bıraktıkları damlaları yavaşça silerken yanındaki çocuklarına bakarak dişlerini sıktığını gördüm ve daha da sıkı sarıldı parmaklarım avucuna. Anladı beni, biraz daha gerginleşti yanakları. Dayandı son ana kadar fakat artık, nefesin doğma vakti geldiğinde ciğerlerinde büyümüş olan vaveyla dudaklarını aştı. İki ya da üç kez daha duyuldu sesi, içeri kimse girmedi. Gözleri dolu dolu olan çocukları odadan çıkardım kısa bir süre sonra ve kimsenin gelmiyor oluşundan içten içe yakınırken acısını çığlığına gömmüş olan kadına yardım ettim. Biliyor musunuz beyefendi, yalnızca saatler önce avuçlarımın arasına ufak bir beden doğdu. Ona baktığımda, içimde yaşadığım kayıplarıma duyduğum özlemin aslında ne kadar derin olduğunu fark ettim ve bu, yitirilenlere bir daha ulaşılamadığı düşüncesiyle birlikte derin bir sis sundu gözlerime. Görmeden lakin parmaklarımın ucunda hissederek onun kalp atışını, tek gayesi sesinin duvarları aşmasını sağlayıp bütün dünyaya yaşadığını kanıtlamak ister gibi ağlayan küçük kızı annesinin kolları arasına bıraktım. Sonra, gittim. Henüz doğmuş bir nefesin inancı, benim umutsuz yüreğime ağır geldiği için belki de, oradan uzaklaştım.

Henüz bir saat önceyse ailemden gelen bir mektup ulaştı elime. İçinde günlük konuşmalar dışında Çiçekli Hanım'ın kayıpları anmak için bir davet düzenlediği yazılıydı ve kız kardeşim, kendilerinin katılacaklarını söylerken benim kararımın ne yönde olacağını soruyordu. Çiçekli Hanım'ın da uzak bir akrabası ve babası bu elim kazada hayatını yitirmiş, bu sebeple kız kardeşimle birlikte anne ve babam da katılmaları gerektiğini hissediyorlarmış. Ne var ki ben, hiç düşünmeden "Hayır," dedim kendime. Gidemezdim.

Zira onu gördükçe aklıma hep siz geleceksiniz. Önce kaybedişim zamanı, sonra da... Sizi. Rüyaların içindeyken ve dahi uyanıkken, kaçışı yok, isminizi görüyorum gökyüzünde. Aklımda yalnızca tek bir düşünce var gittiğiniz günden beri ve o bana, "Onu kaybettin," diye fısıldıyor. Öyle korkuyorum ki bu olasılıktan, durmaksızın hatırlarınızı canlandırıyorum zihnimde, yüzünüzü duvarın hafifçe yıpranmış boyasına işledim, sıra perdelerde. Ah, bir de... Kâğıtlar, onlar dinliyor beni. Yalnızca mektup yazdıkça size ulaşabildiğimi düşünüyor oluşumun yanında kalemi güçlükle tutuyorum.

Beyefendi, bu belirsizlik beni mahvediyor. Ben... Buna hazır değilim. Lütfen, geri gelin.

Henüz size veda edemedim.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now