Beyefendi'den, IV-I.

1.1K 126 15
                                    

4 Ocak
09.51, akşam.

Mektubunuzu taşıyamadım.

Gece boyunca öyle çok düşündüm ki uyku imkansız bir hayalden dahi uzak oldu. Kelimelerinizi ezberledim zaman usulca akarken ve mani olamadım, satırlarınız beni defalarca boğdu. En nihayetinde, tahammül edemedim zihnimde yankı bulan fısıltılara ve sabahın geçmesini sıkıntılar içinde bekleyip evden ayrıldım telaşla.

Ne diyeceğini bilmiyordum. Daha doğrusu, yüzünüze nasıl bakacağıma ve mektubunuzu okuma cüretini gösterdiğimi söyledikten sonra onu size nasıl geri vereceğime dair bir fikrim de yoktu. Kalbim size doğru sürüklüyordu beni, bir şekilde yürümeyi başarıyordum lakin aslında bütün benliğim büyük bir korku içinde geri çekilmek istiyordu. Yol boyunca ve hatta bahçenizde ilerleyip evinizin kapısının karşısında durana dek kendimle kavga etmeye devam ettim fakat hakikatin de pekâlâ farkındaydım, bunu yapmak zorundaydım.

Sözcüklerin bir şekilde yollarını bulup seslerine kavuşacaklarını düşünüyordum lakin sizi karşımda gördüğüm an, hepsi kayboldu ansızın. Şayet siz konuşmasaydınız hanımefendi, konuşmaya nasıl başlayacağımı belki de hiçbir zaman bilemeyecektim. Ne var ki size kurdelenizi uzattığımda dahi aslında kayıptım hala. Bütün düşünceler orada, zihnimin içinde bir yerlerde birlikteydi ancak hiçbir şey berrak değildi. Bu bulanıklığın ardında duruyorken bütün söylemek istediklerim, netice oldu sessizliğim ve yalnızca izninizi isteyecek kadar kırabildim zincirleri.

Gittim yahut öyle yapacağımı sandım. Çok geçmemişti yanınızdan ayrılalı ama içimde büyük bir pişmanlık vardı ve o bir anda öyle çok büyüdü ki adımlarımı bir kez daha evinize doğru çevirmekten alıkoyamadım. Kendime öfkeliydim ancak diğer yandan bunun en doğru karar olduğuna da inandırıyordum kendimi. Yumruklarım sıkılı, dudaklarım kilitliydi lakin yine de o mektubu size bir şekilde geri verecektim.

Bahçeye adım attığımda güneş göğün tacını elleri arasında tutuyor olsa da hava biraz kararmıştı. Kapıyı açan genç kadın bana sizin arka bahçede olduğunuzu söylediğinde fezanın perdeli yüzüne bakıp derin bir nefes aldım. Size yaklaştığım her bir adımda etrafımdaki bütün cisimler korkuyla kaygılarımın gölgesinde kalmaya ve bir süre sonra tamamen gözden kaybolmaya başladı.

Sonra sizi gördüm ve güneşin bütün aydınlık demetleri saçlarınıza döküldü. Artık her şey karanlıktı etrafımda, gözlerimin dokunabildiği tek gerçek sizdiniz.

Arkanızı dönüp beni fark ettiğinizde şaşkınlık sardı bütün çehrenizi ama hiçbir şey söylemediniz. Yaklaşırken size, kalbim öylesine kudretle vuruyordu ki göğsüme, şayet rüzgâr olmasaydı sesini duyabileceğinizden neredeyse emindim. "Bu mektup," diyerek cümleme başladığımda ise yüreğim kemiklerime dokundu ve sanki artık bütün korkularım yersiz, endişelerim anlamsızdı, hepsi yok olmuştu.

"Çok ağır hanımefendi. Ben... Onu taşıyamadım."

Gözlerimiz buluştuğunda bir yangın olup dudaklarımı yakmaya başladı düşüncelerim. Artık dışarı çıkıp özgür olmak istiyordu bütün hislerim. Onları durduramadım ve siz de hiçbir şey söylemeden onların karşınızdan hızla geçip gitmelerini izlediniz.

"Onun sahibi ben değilim, biliyorum lakin sahibine ulaştığında da bu cümlelerin izini benliğimde taşıyor olacağım. Böylesine değerli cümlelere şahit olduğum için ızdırap içindeyim. Artık asla yüzünüze bakma cesaretini bulamayacağım."

Cümlem son bulup da bakışlarımı gözlerinizde zar zor tutmaya devam ettiğimde yanaklarıma çarpan sert yelin ve de benliğime yayılan sızılar içinde gittikçe güçsüzleşiyordum. Tanrım, insanın duygularını anlatabilmesinin yanında, asıl olarak onları tanıyabilmesi ne kadar da karmaşık bir yoldu böyle? Hangi yol doğruydu veyahut hangisinin sonu uçurumdu? Kimse bilmiyordu.

"Lütfen, şimdi alın onu benden," derken size uzattım mektubunuzu ve o an ellerinizin titrediğini fark ettim. Yalnızca kısa bir an için dokundu parmak uçlarım teninize, üşümüştünüz.

"Bağışlayın beni hanımefendi. Okumamalıydım, bir an onun bana yazılmış bir mektup olduğu düşüncesine kapıldım. Biliyorum, bu büyük bir hataydı."

"Beyefendi," diyerek bana itiraz etmek istediniz, belki de daha fazla küçülmeme razı değildiniz ancak söylemek istediklerimi dile getiremeseydim şayet, bir daha hiçbir zaman bunun için yeteri kadar cesur hissedemeyecektim kendimi.

Dudaklarınızın da elleriniz gibi usulca kıpırdandığını gördüğümde sizi daha fazla bu soğukta bekletmemek adına, bir kez daha hızla bir araya getirdim düşüncelerimi ve "Bana güvenebilirsiniz hanımefendi," derken başımı mahcubiyetle öne eğdim.

"Sırrınız, benimle güvende olacak."

Başımı kaldırdığımda soğuk havayla yavaşça göğü saran karların parıltılı manzarası içinde suretiniz buğuluydu. Kirpiklerimin kıyılarında duran gözyaşları vardı lakin sanki donmuşlardı. Nedenini bilemesem de sizin de gözlerinize bir sis perdesi yayılmıştı ve bu buna şahit olmak can yakıcıydı. Zira sizi üzmüştüm, bir yabancı olmama rağmen haddimi aşıp duygularınıza ortak olarak mutsuzluğunuza sebebiyet vermiştim. Söyleyecek çok şey vardı ancak buna kudretim yoktu, bu yüzden pişmanlık içinde özür dileyen gözlerle size son bir kez bakıp yanınızdan ayrıldığımda hala kalabalıktı zihnim. Sonrasında ise bütün bir günü, bu yaşananların bir rüyadan ibaret olmasını dileyerek geçirdim.

Ve ne akşam yemeğinde ne de ardından gelen konuklarımızı ağırladığımız saatlerde kardeşimin yüzüne bakacak, onunla tek kelime konuşacak cesareti kendimde bulamadım. Çekindiğim çok fazla saklı gerçek vardı, hepsinin açığa çıkmasını istesem de aynı zamanda onları duymaya hazır olmadığımı da hissediyordum. Kararsızlık bütün bilincime yerleşmiş bir hastalık gibiydi ve nefes aldığım her anda, onun hayatıma yayılan izlerini izliyordum.

En nihayetinde buna dayanamadım ve herkesin iznini isteyip odama çıktım. Kalemi elime alana dek beni huzursuz eden şeyin, kardeşimi gördükçe aklıma gelen olasılıklar olduğuna inanıyordum lakin hakikat bu değildi. Pencereden dışarı bakıp önce ağır ağır toprağa düşen kar tanelerinin arasında gözden kaçırmıştım lakin neden sonra karşıma çıkan yansımama baktığımda yüzümdeki görünmez çizgiler arasında gördüm gerçeği. Bütün bu ihtimaller ve olayların içinde bir tek ben yanlıştım ve kendime mani olamıyordum.

Çaresizce kendi hatalı varlığımın karşısında durmak istiyordum ancak onun gerçek oluşu ve bir o kadar güçlü bir şekilde direnmesi zaten gittikçe haraplaşan öfkeme, kontrolünü kaybetmekte olan yüreğimin zincirlerine yeni darbeler vurmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

Baktığımda göreceklerimden, konuştuğumda duyacaklarımdan korktuğum doğruydu fakat hanımefendi, asıl tahammül edemediğim tek şey, aslında yalnızca kendimdim ve bunun bir tedavisi veyahut çözümü de yoktu.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now