VI-I

8.4K 855 164
                                    

6 Ocak
02.05, öğle.

Pek değerli beyefendi,

Düşünüyordum bu sabah ve ansızın şaşırtıcı bir gerçek geldi aklıma. Gözlerim pencerenin ardında uzanan narin kar örtüsünü izlerken ve rüzgâr, çekingen ağaçlara korkusuzca dans teklif ederken süzüldü bu düşünce zihnime. Acı bir şekilde fark ettim ki size neden yalnızca beyefendi dediğimi hiçbir zaman açıklamadım. Acıydı çünkü onun altında yaşayan manayı nasıl açıklayabileceğimi bilmiyordum.

Doğrusu, hala bildiğim söylenemez lakin deneyeceğim. Gülünç, değil mi? Bu yazdıklarım hiçbir zaman size ulaşmayacak ancak ben size bir açıklama yapacağım için tarifsiz bir heyecan duyuyorum. Kalbim; o, öyle hızlı atıyor ki şimdi... Görebilseydiniz şayet, korkardınız. Endişe ederdiniz ve belki aklınızdan şunlar geçerdi:

"Evet, eminim. İşte bu, şimdi dışarı süzülen bitkin nefes, birazdan ölümün çirkin kokusunu bizlerin de soluduğu havaya taşıyacak. Böylesine hızla atan bir kalp, daha fazla nasıl dayanacak? Mücadelesi yaşamak için değil, huzurlu bir son için olur ancak."

Ne olursa olsun, dönmeyeceğim kararımdan ve açıklayacağım. Belki hislerimi anlatabilmek, onların ağırlığıyla yorgun düşmüş bedenimi ve ruhumu biraz da olsa rahatlatabilir. Biliyorum, çok büyük değil yaşım ve hayata dair tecrübem pek az lakin benliğimde yeşeren sayısız duygu var. Pek çok insan küçümseyebilir onları, hor görebilir ancak siz bunu yapmazsınız. Yaşanan yıllar ve tükenen zaman karar veremez ruhun olgunluğuna çünkü geçip giden yalnızca zaman değildir ve şu da bir gerçektir ki ruhumuz, bedenin içinde ondan çok daha hızlı büyüyen bir çocuktur. Geçip giden on sekiz yılın ardından, benim içimde yaşayan çocuk, sanıyorum ancak sizi tanıdıktan sonra yaşlılığa doğru bir adım attı. Onun elinden tuttunuz ve sendeleyen adımlarını güçlendirdiniz. Bu yüzden, borçluyum size gerçekleri. Yardım ettiğiniz küçük çocuğu tanımayı hak ediyorsunuz, beyefendi.

Çabaladım isminizi telaffuz etmeyi. Opera bittikten ve salondan çıktıktan kısa bir süre sonra Çiçekli Hanım bir kez daha bahsetmişti sizden ve bu kez, isminizle anmıştı sizi. Hangi harfle başlıyordu o ya da hangi hece? Deniyorum ama... Hayır, olmuyor. Dudaklarım çaresizce aralansa da nefesimde yaşatamıyorum sizi. Adınız, sanıyorum, hiçbir zaman dökülemeyecek dudaklarımdan. Ne acı! Çok... Çok üzgünüm.

İsminizi dile getiremedim ve bunun gerçekleşmesi bir süre için daha imkânsızlığını koruyacak ancak başka sorular da geliyor akla, değil mi? Zira çoğu zaman, ismini bilmediğimiz insanlara bu şekilde hitap ederiz ya da bizden yaşça büyük, hürmet ettiğimiz kişilere. Ne var ki bu iki duruma da sığmıyor sizin varlığınız. Şaşırıyorum kendime, bilemiyorum, hangi köşeye yazmalıyım adınızı kalbimde? Kimse ulaşamasın diye belki de en derine ama ya kaybolursanız orada ve bir daha asla bulamazsam sizi? Sevgi zannederken ben içimdekileri, ya kaybedersem sizi? Ah, ne zor bir karar bu; erteliyorum başka bir zamana. Şimdi, bir seçim yapabilmek pek güç!

Beyefendi... Diğer kelimelerin yanında çok da değerli değildir o aslında, kral ve prensin karşısında belki de önemsizdir fakat onu bu denli önemli kılan sizsiniz. Adınızın önünde duracak hiçbir sözcükte bulamadım sizi, her daim eksikti bir şeyler. Kara gözlerinizin derinliğini ya da sert ifadenizin yansıması olan ciddiyetinizi nasıl betimleyebilirdim? Üstelik siz, toplumun dış görünüşü anlatmak üzere kullandığı kalıpların dışındaydınız ve ne yazarsam yazayım cümlelerim bir türlü sizi canlandıramıyordu. Dil, yetersiz kalıyordu tam da bu noktada; noksandı sizi tanımlayacak olan kelimeler. Bir çare olur muydu, emin değilim lakin o eksiklikleri kapatabilmek için binlerce sıfat kullanabilirdim, sizi tarif edebilmek adına yüzlercesini art arda söyleyebilir ve her mektubumda yorulmadan yazabilirdim her birini. Sırayla ve özenle, sıkılmadan... Bunu yapabilirdim fakat hiçbiri kâfi gelmezdi sizi anlatmaya.

Çünkü beyefendi, siz; kelimelere sığmayan bir adamsınız.

Bağışlayın, yine duygularımın kalemimi derin bir duygu denizinde boğmasına izin verdim. Belki de artık öylesine yorgunum ki tutamıyorum onları. Zincirler eskimiş, paslanmış demirler; kopmuş ipler, çözülmüş bağları. Ne yapacağım şimdi ben, beyefendi? Tutsaklıktan azat edilmek üzere duygularım, peki ben ne yapmalıyım? Bir gece vakti hiç ses etmeden, prangalarından kurtulup kaçacak benden, size ulaşacak diye korkuyorum. O zaman herkes alayla bakar onlara ve onlarla birlikte belki de siz de... Küçümsemeseniz dahi onlar hakkında ciddi olmadığımı ve dahası bütün bunların geçici bir hevesten ibaret olduğunu düşünebilirsiniz. Ne de üzücü olurdu bu! Varlığını yalnızca zihnimde gösterebilse dahi bütün bedenime kırgınlık yaşatan bu mülahazadan bir an önce kurtulmak niyetindeyim. Yoksa sıhhatim, hiçbir zaman bir daha eskisi gibi olamayacak şekilde kötüleşecek ve karanlık bir sonla nihayete erecek.

Son zamanlarda size yazdığım her bir cümle, koyu duygular barındırıyor. Kasvet dolu hepsi, hüzünle sarmalanmış. Eski neşeli tavrımı bizzat kendim de zayıf bir mum ışığıyla evin en ücra köşelerinde aramaktaydım. Pek yakında bulmak niyetindeyim zira dudaklarımın köşelerine tutunmuş cılız gülümsemelerin sahteliği beni derin bir kedere sürüklüyor ve kendimden çekinmeme sebep oluyor. Nefret değil fakat kendime duyduğum sevgi, bu sebeple, gitgide yok oluyor. Öyle ki aynalara bakamıyorum artık çünkü biliyorum ki bir yalancıyı göreceğim orada ve de bir korkak; solmuş bir yüz, bükülmüş dudaklar, keder ve endişeyle örtülmüş bakışlar... Yalnız, büyük bir ormana benziyor saçlarım, sarmaşıkların elini tutmakta kimi tutamlar ve boy ölçüşüyor kahve dalgalar denizin asi çocuklarıyla. Her zamankinden daha çirkin bir insan göreceğim orada ve bu canımı yakacak. Bakın, ah, yine koyulaştı kelimeler! Tutamıyorum kendimi, mürekkebe çamur karışıyor yazdıkça; bırakmalıyım belki de, bir süre boyunca hiç yazmamalıyım size.

Sesini duydum az önce, Çiçekli Hanım kız kardeşimi ziyaret etmeye gelmiş. Bir de edebiyatla ilgili bir kitap sordu kız kardeşime, duydum çünkü kapısı açık onların bulundukları odanın ve bilirsiniz ki Çiçekli Hanım'ın sesi pek gürdür. Bir de her daim neşeli! İşte, size bahsetmediğim bir mevzu daha... Sizin onunla nasıl tanıştığınızı belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğim lakin benim onunla nasıl tanıştığımı size anlatabilirim. Çiçekli Hanım ve kız kardeşimin bazı dersleri ile öğretmenleri aynı ve birkaç ay önce, eylülün ilk haftalarında, buraya taşındığımızda bu sayede tanışmışlardı. Ben ise onunla kız kardeşim aracılığıyla tanıştım. Bunun dışında hiçbir şekilde kimseyle bir arkadaşlık bağı kuramadığım gibi gün geçtikçe daha da yalnızlaştım. Sizi tanıdıktan sonra ise kendime dahi yabancılaştım. Gözyaşları dökerken şimdi kalbim ve ruhum sarsılarak titrerken karanlık cümleler süzülüyor havaya kalemimin kısık sesiyle.

Gidin beyefendi, benden çok uzağa, sizi bir daha asla göremeyeceğim bir yere gidin. Kaçın benden, adımlarınız koşmaya başlasın şimdi, uzaklaşın kalbimden.

Munis değil varlığım kendime lakin tamamen yad olmak da değil dileğim. Kucaklarım biçare yalnızlığı ancak küçük bir su birikintisindeki yansımama bakıp da onu tanıyamadığımı düşününce sancılar içinde kıvranmaya başlıyor içimdeki çocuk. Çıplak ayaklarıyla basıp geçemez soğuk sulardan, onun üşümesini izleyemem. Muktedir değilim, anlayın beni lütfen; onun bedenini kalın bir ıssızlık örtüsü sararken ben, öylece bekleyemem.

Bırakıyorum sizi beyefendi, gidin. Çabalarım, azat etmek için sizi düşüncelerimden, lütfen, anlayın endişelerimi ve siz de uzaklaşın benden. Sesimi duyun zira sizi daha fazla görmeye dayanabileceğimi sanmıyorum. Şayet dileğiniz son nefesimi gözlerinizin önünde vermem ise direnin, tutunun zincirlerinize ancak bilin ki bütün bunlar nafile. Çünkü ben, hissediyorum beyefendi.

Her hâlükârda vazgeçmek zorunda kalacağım sizden.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now