XX-III & XXII-III

5.4K 611 55
                                    

20 Mart
09.02, sabah.

Taze çimenler ve hala havanın acımasızlığından çekinen çiçeklerin çevrelediği, ferah kır havasını, bahçelerden en uzak odalarında dahi taşıyan yeni evimdeki mütevazı odamdan yazıyorum size. Ah, beyefendi, burası öyle güzel ki!

Değerli Cesaret Prensi'nin kuzeni Bayan G. benim yerleştiğim eve oldukça yakın bir yerde yaşıyor ve onun yardımları sayesinde bugün burada, karşımda uzanan muhteşem manzarayı izleyebiliyorum. Bu sevimli köye geleli henüz az bir vakit oldu ancak buradaki insanların samimiyeti, tabiatın eşsiz güzelliği ve burada bulunma sebebim neticesiyle hiç zorlanmadım alışmakta. Aylar geçmiş gibi geliyor şimdi, zaman uzun bir sürenin ardından ilk defa acısız davranmıyor bana.

Henüz saygıdeğer öğretmenim ile tanışma şerefine erişemediğim günlerde, ki bu olay en nihayetinde yarın gerçekleşmiş olacak, onun isteği üzerine şahsıma iletilen kitapların bir kısmını inceledim ve dün onlarla öyle uzun saatler geçirdim ki biri neredeyse bitmek üzere. Zihnim, okuduklarım ve öğrendiğim yeni bilgilerle fazlasıyla meşgul iken size yazamadığım için bağışlayın beni. Yeni hayatıma bu şekilde çabuk alışıyor olmam, aksini yaşamadığım için beni memnun etse de diğer yandan, ardımda büyük bir boşluktan daha fazlasını bıraktığımı bildiğim halde buraya geldiğimden beri nasıl böylesine derin bir huzura sahip olabildiğime ve kalbimin derinliklerinde bana en kudretli acıları yaşatan anıların ağırlığını taşırken onların varlığını nasıl yok sayabildiğime şaşırıyorum. Doğrusu, beyefendi, yok saymaya çalışmak dahi onları daha da belirgin kılıyor ancak yine de yüreğimin sızısını bastırmak için çabalıyorum. Bilinmez mümkün olup olmadığı lakin buraya geldiğim gün, artık çabalamaktan daha fazlasını yapmam gerektiğini anladım.

Size yazmayı devam etsem bile, bundan sonra kalbimdeki yeriniz terk edilecek en güçlü duygularım tarafından. Mecburlar buna, anlamalısınız. Artık sizi görmeyeceğim gökyüzünde ya da suların ellerinde, sesinizi işitmeyeceğim türlü çalgılardan yükselen melodilerde. Görünmezliğin şarabı dökülecek dudaklarınızdan, tekrar tekrar dolacak kadeh, yorulana dek içeceksiniz. Tozlanana dek isminiz, orada, kalbimin gizli mahzeninde kalacaksınız ve sonra, belki bir gün, orada son nefesini vereceksiniz. Sizinle birlikte benim de düşecek bedenim sonsuzluğa, ruhum yaratıcısıyla buluşacak. Beyefendi, o güne dek benimle olacaksınız ve bu sayede, yaşadığımı hissedeceğim.

Öncesinde, aynıydı günlerim; zaman tek bir yolu izler, aynı çizginin üzerinden akardı. Sevgi dolu bir ailede başarılı günler kutlanır, geceler huzurlu sabahları karşılardı. Kayıplar pek az, sevinçler eksik olmaz. Bir satırda takılı kalmıştı sanki ömrüm, nefes aldıkça o cümle dolardı içime, yine aynı kelimeler duvarlara çarpardı. Yıllar geçmişti böyle fakat eskimemişti o sayfa, nokta artık kayıp gitmek istiyordu oysa. Sayfalara işlenmiş numaralar değişse de hep aynı hissi taşıyordu sözcükler. Yorulmuşlardı.

Sıfır, doğumdu; sonraki yıllar hatırlanamayacak kadar uzak. Zihnimde canlanan ilk anımdan sonrası ise yalnızca bir renge boyanmıştı. Sonra ansızın ve ihtimaller dâhilinde bile değilken bir değişiklik vuku buldu. Merhamet etmiyorken zaman, günler mutlulukla sancılı ve hislerim yalnızlıkla acı çekerken çalındı kapım. On sekiz, yeniden doğuştu. Bana baktığınız o kısa ama bir o kadar da uzun gelen an, onun ilk kalp atışı sayılabilirdi. Kâğıdın üzerinde farklı izler bırakan harflerin gürültüsü kulaklarıma doğduğunda anlamıştım beyefendi, hayatımda değişen bir şeyler vardı. Bilinmeyen bir mürekkepti o eski kelimelerin yanına yenilerini bırakan, biraz daha koyuydu rengi fakat öyle canlıydı ki! Taze bir nefesti.

Şimdi, pencerenin karşısında öylece durup dışarıya bakıyor ve etrafımda benim durduğumu görmeden ilerleyen yaşamın ne kadar da değişken olduğunu düşünüyorum. Hayat durmuyor beyefendi, beklemiyor ve bizler, çoğu zaman bunun farkında olmuyoruz. Bir sis gibi acılar, etrafımızı en yoğun hallerine bürünerek sarıyor. Hüzün bir deniz, berraklığını kaybetmiş varlığında bizleri boğuyor. Oysa orada değil miydi az önce güneş? Avuçlarımızın arasında... Belki de görülemiyor o, kara bir örtüyle örtülünce yürek ancak yine de parlak ışıklar orada, biliyoruz, annelerinin elini tutuyorlar.

Minnetimi görüyorsunuz, değil mi? Bu yaşıma dek geçirdiğim o tekdüze hayatımda kazandığım en değerli armağan olmalısınız. Nasıl geçirirdi hayatını bir insan, bir başkasına karşı sizin için hissettiklerimi kalbinde taşımadıkça? Gözleri dolmadıkça hüzünle, acıyla titremediğinde bütün varlığı, nasıl hissederdi yaşadığını? Nefesi soğuk heykeller kadar cansız olmaz mıydı neşe tek bir sebepten çıktıkça? Bilmiyorum şayet düşüncelerimin aksine sahip olan varsa lakin mümkün göremiyorum tersini.

Ve teşekkür ediyorum beyefendi,
Farkında olmaksızın yeni bir renk kattığınız için ömrüme.

22 Mart
07.46, akşam.

Dün öğretmenim olan değerli felsefe uzmanı ve şair ile tanıştım. Bugün ise birlikte ilk dersimizi yaptık ve söylemem gerekiyor ki kendisi muhteşem biri! İncelediğimiz konuda bildiklerini anlatmaktaki başarısı ve sorularımı cevaplarken göstermiş olduğu ilgi ve nezaket beni fazlasıyla etkiledi. Diğer yandan ders bittiğinde burada en az birkaç hafta kadar kalmam konusunda ısrarcı oldu ve elbette ben de bundan mutluluk duyacağımı belirttim. Oradan ayrılmadan hemen önce ise okumam için uzun bir kitap listesi verdi bana. Sanıyorum, artık her zamankinden daha az vaktim olacak size yazmak için ama yine de bir şekilde kendimi masanın başında, mürekkep iziyle süslenmiş parmaklarımın arasında bir kalemle size yazıyor olarak bulacağımı biliyorum.

Öğretmenimin eğitim verdiği okul yaşadığım köyün bağlı olduğu şehirde ve orası buradan oldukça farklı bir yer. Şehir öyle büyük, kalabalık ve karışık ki! Orada geçirdiğim anlar boyunca sükûnetin özlemini çektim, neyse ki acele içindeki insanlar ve gürültülü sokakların içinden hızla sıyrılıp okula ulaştım. Şehrin karmaşası, nedenini anlayamasam da, her zamankinden daha çekilmez gelmişti bana. Belki de korkularım ve ruhumu sıkıca saran özlem yüzünden... Emin olamıyorum.

Eğitimime başlamamın yanında bugün bir güzel habere daha ulaştım. Şehirden uzaklaşmanın sevinciyle eve ulaştıktan sonra ailemi hasretle andığım bir anda uzaklardan gelen bir mektup ulaştı ellerime. Kız kardeşim, benimle aynı hisleri besleyerek yazmıştı satırları. Her birkaç cümleden biri "Seni özledik," şeklinde son bulurken evde bensiz geçen günlerin onu ne kadar mutsuz ettiğini, zamanın her zamankinden daha ağır bir şekilde aktığına yemin edebileceğini söylüyordu. Gülümsedim bu sözlerine zira ben de, şayet onun yerinde olsaydım aynı düşünceye sahip olacaktım. Özlemim büyüktü lakin burada olmak, bana iyi gelecekti. Bunu biliyordum.

Sizden uzak, kendimden uzak; yaşayacaktım geçmişten kaçarak. Sizi unutmaya çabalarken kendimi kaybederek, hislerimi inkârın kumaşına sararak; geçirecektim zamanımı umutlar toplayarak. Nafile çabamı görmezden gelerek, denemeye devam ederek; kucaklayacaktım hüznü de neşe gibi ve tek kelime söylemeyecektim. Gülecekti zaman ardımdan, mümkün değil, bunu haykıracaktı zira bu, gerçek olamazdı.

Kaçınılmazdı bu, kaçılmaz; daha da güçlenecekti hislerim, kalbimi eskiterek ve tüketecektim ömrümü, sizi ruhuma işleyerek.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now