Beyefendi'den, III-I.

1.4K 155 35
                                    

3 Ocak
11.58, akşam.

Anlayamıyorum.

Ne kendimi ne sizi ancak en çok, sözcüklerinizin ne anlama geldiğini.

Aklıma gelen tek ihtimal kalbimi öyle çok yoruyor ki düşünmekte güçlük çekiyorum. Gözlerimin ulaştığı yerlerde aslında siz varsınız lakin baktıklarımın ardında sizi görmek istediğimde parçalara bölünüyor silüetiniz. Her kayboluşunuzda biraz daha inanıyorum zihnimde doğan o ihtimale ve kendimi aksine nasıl inandırabileceğimi dahi bilmiyorum.

Şayet bu doğruysa hanımefendi ve kalbinizde gerçekten kardeşim için bu denli güçlü hisler taşıyorsanız ne yapacağım?

Islak toprağın üzerine düştüğünüzde acıyan ellerinizi, yağmur damlalarıyla sarılı saçlarınızı ve parlayan bakışlarınızı taşıyan gözlerinizi anımsıyorum şimdi ve kalbimde bir sızı var. İçeri girdikten yalnızca dakikalar sonra acele ile çıktığınızda endişenizi fark etmiştim ancak sebebini anlayabilmem mümkün değildi. Hislerinizi avuçlarınıza sığdırabildiğinizi söylemiştiniz bana ve ardından kaybetmiştiniz onları her nasılsa. Hayrete düşürmüştünüz beni, bunu biliyor musunuz?

Zira o an bunun, duygularınızı mürekkebin ruhuna armağan ettiğiniz manasına geldiğini anlayamamıştım.

Siz gittikten sonra biraz yürümeye karar verdiğim sırada, sanıyorum sizin düştüğünüz yerden biraz uzakta, hafifçe esen yelin avuçlarında gördüm mektubunuzu. Ellerimin arasında durduğu an varlığı öyle ağır geldi ki avuçlarıma, içinde taşıdıklarına bakmakta tereddüt ettim. Ne var ki bir şekilde yaptım bunu, merakım çekincelerimden ağır geldi ve yarı ıslak kâğıdın ardına sığınmış cümlelerinizle ilk kez o an karşılaştım. Aklıma sarılı kökleri sözcüklerinizin, gördüğümde zihnime işlendi herbiri. Mektubunuza "Sayın beyefendi," diyerek başlamıştınız ve ardından duygularınızı nasıl açıklayabileceğinizi bilemeseniz de fazlasıyla narin ve bir o kadar da derin duyguları içinizde taşıdığınızı görmüştüm orada. Sakinliğimi satırlar boyunca korumayı başarabilsem de artık sona ulaştığımda, sesiniz iki cümleye karışıp yankılandı etrafımda.

Beyefendi, affedin beni.
Sanırım, size âşık oldum.

Metanetim yitip giderken parmağımın ucunda duran adınıza küçük bir yağmur damlası düşüp mürekkep sarsıldığında, aslında ben de o harflerden daha güçlü değildim. Bütün düşünceler ve ihtimaller gözlerimin önünde birbirine karışırken içinden çıkamayacağım bir kargaşanın tam ortasındaydım. Kime ait olduğunu bilmediğim mektuptaki cümleler, en içten duygularla yüklüydü ve manaları altında ezildiğimi hissediyordum. Hiç mücadele edemeden kaybettiğim bir muharebenin sonlandığını haber vermiştiniz sanki bana lakin bundan haberiniz yoktu. Siz, hanımefendi, tomurcukları henüz açmış bir umuda düşen ateş, kırılgan hayallerle dolu bir odanın pencerelerini kıran sarp bir fırtına olmuştunuz ancak yine de bunun gerçekleşmesini hiçbir zaman istemeyeceğinizden de emindim. Çünkü ben mektubun sahibi değildim, duygularınızı paylaşmak isteyeceğiniz bir kimse ise hiç değildim.

Hiç kimseydim.

Hayır, daha da önemlisi, sizin için bir hiçtim.

Yine de, her şeye rağmen ümitlerimi koruyabilirdim fakat bana nasıl baktığınızı biliyorum. Kaçmak istiyor gibiydiniz bugün benden, belki de varlığım sizi huzursuz ediyordu, emin değilim ancak gözlerimin içine bir yabancıymışım gibi bakıyordunuz ve bunun ne kadar acı olduğunu tarif edebilmem mümkün değil. Zira umutlarıma bağlı bütün olasılıkların yıkılmasıyla birlikte, artık size yüreğimde taşıdıklarımdan bahsedebilme ihtimalim de kalmadı ve farkındayım ki bunun ağırlığıyla yorulacak bir gün kalbim, keza şimdiden bir sancı sarıyor içini.

Çıkmaz sokaklar içinde düşünmek, kaç prangalı bir zindanın esiri? Uçamayacağın bir göğe, dokunmayacağın bir denize âşık olmak, hangi yangının ateşi? Durduğum yerden kaçmaya çalışmam nafileydi, yalnızca üşüyerek küçük adımlar atabiliyordum. Hanımefendi, daha soğuk bir his var mı korkuya karışan bir endişeyle nefes almak gibi? Kendi gerçeğimden uzakta, düşünmekten dahi çekindiğim bir hayalin ölümüne şahit oluyordum ve kaçabileceğim hiçbir yer yoktu.

İstemesem de hayatıma dönecektim ve karmaşık bir hal almış zihnimden yükselen sesleri dinlemeden geri dönmeye başladım. Eve tekrar ulaştığımda gördüğüm ilk suret, avucumda duran kâğıdı istemsizce parmaklarımın arasında sıkıştırmama, varlığını yok edemeyeceğimi bile bile onu boğmaya çabalamama neden oldu. İçeriye girdiğim an bütün yüzler bana döndü ve herkes sizin neden ansızın ayrılmak zorunda kaldığınızı sordu. Onlara hiçbir şey söyleyemedim çünkü bir cevabım yoktu. Tek kelime etmeden yukarı çıktım ve ellerimin arasında duran mektubunuza bakarak saatlerimi geçirdim. Önümde yanan şömineden yükselen alevler odada boğucu, sıcak bir hava oluştursa da bedenim buz kesmişti ve sıklıkla titriyordu ellerim. Dudaklarımı aralamaya çalışıp kendime bütün kaygılarımı yerle yeksan edecek bir şeyler söylemek istesem de muvaffak olamadım hiçbir seferde ve tam da bu yüzden, söylemek istediğim lakin söyleyemediğim bütün sözcükler, ömrüme tutunmuş olsa da kaçmaya çabaladığım bütün hisler, yaşadıklarım fakat yaşamamış olmayı dilediklerim, keşke diye başlayan her bir hatıra yahut aslında bir karanlık gibi görünen bütün geçmişim, göğsümün ortasında bir yerlerde sıkışıp kaldı.

Anlayabiliyorum.

Onu gördünüz, çok geçmedi, onunla tanıştınız. Güzel bir sohbetti, tahminimce gece boyunca yan yanaydınız. Sonra bir süre dans ettiniz, gülümsediniz ve o da size gülümsedi. Saatler geçmişti ancak sanki siz tek bir ana sıkışmış gibiydiniz, değil mi? Her şey kusursuza öyle yakındı ki o anın hiç son bulmamasını dilediniz.

Siz, hanımefendi, onu öylesine sevmek istediniz ki işte şimdi bir yabancının parmak uçlarında duran bu satırları yazıp hissettiklerinizden cesurca bahsettiniz. Ne var ki düşündüğünüz gibi olmadı ve hislerinizi bir fırtınanın içinde kaybettiniz.

Ve ben de size dair bütün düşleri, sizinle ilgili her bir ihtimali ve onların olası gerçekliklerini, sesinizde yahut davranışlarınızda şahit olabileceğim bütün ümitleri yitirdim.

Ben, hanımefendi, sizi kaybettim.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now