IV-I

9.3K 968 359
                                    

4 Ocak
09.29, akşam.

Saygıdeğer beyefendi,

Kendimi neredeyse kaybediyordum. Dün, acımasız gece tan vaktine ulaşırken ancak gözlerimi kapatabilmiştim ve uyku, öylece kabul etmemişti beni. Perdelerin arasından elini içeri uzatan soluk ışıklar, özlemi uzaklara savurup derin karanlıkla buluşurken düşüncelerimin yoğunluğunda kaybolduğumu hissediyor ve bu yükten kurtulmanın bir yolu olmadığını düşünüyordum. Dahası, daha önce hiç olmadığım kadar korkuyordum.

Kolay değil, kabul etmekten öte her şey, artık hislerimin fanilerin dünyasındaki yeri hızla atan kalbim kadar bariz. Büyük bir yangının öfkeli alevleri onlar ancak bir isim bulamıyorum bile onları anlatmaya, biliyorum yalnızca; en güçlüleri olan korku, çığlık çığlığa olan yüreğinin gürültüsünden sağır olmuş, her yeri yakıp yıkmaya hazır bir yaratıktan daha fazlası değil. En nihayetinde hırsı ve hiddeti, ama kılacak gözlerini ve ciğerleri nefessiz kalacak gittikçe koyulaşan dumanlara esir olarak. Varlığımın derinliklerinde bir yerlerde vuku bulacak bu yangındansa uzaklaşmam imkânsız. Kaçınılmaz bir son bu, benliğimde böylesi bir ağırlıkla mümkün mü yaşamam?

İçimi saran bu isimsiz duyguların bir sebebi varmış meğer ve korkularım, heyecana karışmak üzere kendine yer edinmiş hislerimde. Beklenmedik ki her şey son derece şaşırtıcıydı. Saatler öğleden sonra ikiyi gösterirken dışarıyı izleyerek düşüncelere daldığım sandalyeden hızla kalkmış ve acı dolu bir coşku ile mektubu bir kez daha aramaya karar vermiştim. Dağınık saçlarım arasından geçerken tarak, aceleci tavrıma isyan ederek arasından geçtiği koyu tutamları tutup çekmiş ve durmama sebebiyet vermişti. Daha bir çirkin hissediyordum bugün, kurdele bir türlü güzel bir şekil almıyor, hiçbir kumaş tenime uygun görünmüyordu. Sonunda, kabul edilebilir bir görünüme sahip olduğuma kendimi inandırdığımda yavaş adımlarla merdivenlere yönelmiştim. Kız kardeşim hala odasında istirahat ediyordu ve odasının kapısı sıkıca kapatılmıştı. Anne ve babam ise akşama dek gelmemek üzere birkaç saat önce evden ayrılmışlardı. Aklım burada, kız kardeşimde kalacaktı fakat en azından yalnız olmayacağını biliyordum; evin diğer sakinlerinin, özellikle baş hizmetkâr ve mutfaktaki görevlilerin onu ihmal etmesi ihtimal dâhilinde bile değildi.

Giriş, sessizdi. Herkes işiyle öylesine meşguldü ki görmediler beni, koşarak geçti yanımdan biri, bir diğeri de onu izledi ve ben usulca kapıya vardığımda kimse kalmamıştı etrafımda. Yokluğum hissedilmeden gidip hızla geri dönecektim. Mektubu bulamasam bile zaman kaybetmeyecek ve onun kaybını kabul edecektim. Zaten içten içe ihtimal vermiyordum onun hala oralarda bir yerlerde olacağına, rüzgâr fazla kuvvetliydi zira. Ancak başka bir ihtimal daha vardı ki o, her ne kadar gerçek olabileceğini düşünmesem de beni dehşete düşürüyordu.

Ve bu, etrafı türlü korkularla çevrili ihtimal, kapıyı açtığımda serin havayla birlikte karşılamıştı beni. Tam karşımda duruyordu onun en önemli parçası. Evet, beyefendi; siz, karşımda duruyordunuz. Gözlerinizde tarif edemediğim bir şaşkınlık, belki bir parça mahcubiyet... Parmaklarınızın arasında ince, buruşuk bir kâğıtla kirli beyaz bir kurdele... Dün kaybettiğim bütün parçalarımı ellerinizin arasında tutuyor gibiydiniz ve ben, her ne kadar onları sizden geri alıp oradan koşarak uzaklaşmayı istesem de, hiçbir şey yapamıyordum. Sessiz kaldım siz bir şeyler söyleyene dek, bakışlarımın göğünü yağmur bulutları süslüyordu.

"Hanımefendi," derken hafifçe başınızı eğerek selamladınız beni ve ben de nazik bir şekilde karşılık verdim size. Bir süre sonra, nezaket benim ayrılmaz bir parçam olsa dahi kaçırdım sizden bakışlarımı. Ardınızda uzanan bahçede gezindi bir süre onlar, sonra güçlü bir pişmanlık hissiyle tekrar size dönmeye cesaret edebildiler.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now