Beyefendi'den, XXVIII-III.

3.1K 306 50
                                    

28 Mart
11.37, akşam.

Hanımefendi,

Sizi bulduğumda bilinmezliğin ortasında, beni görmüyordunuz. Bir eliniz göğsünüzün üzerinde, kirli topraklar bileklerinizi sarıyordu. Zayıf nefesinizi hissetmiştim gürültüyle çınlayan bir kalabalığın içinde, incinmiş bedeniniz bir karmaşanın içinde savunmasız bir şekilde duruyordu. İşte o an, kalbimi yaralayan bir korkunun pençeleri arasına düştüm.

Avucunuzun içindeki kâğıdı ceketimin cebine sakladıktan sonra isminizi defalarca haykırıp hiç düşünmeden kollarınıza sarıldığımda beni duymanız için her şeyi yapabileceğimin farkındaydım. Biçare seslendim size, gözlerinizi biraz da olsa aralamanız için yalvardım. Bilhassa bir elim saçlarınıza dolanıp da orada cansız dalgalarla karşılaştığında öyle çaresizdim ki dişlerimi sıkıp öfkeyle bağırmamak çok zor olmuştu benim için. Bakmaya dahi cüret edemediğim kirpikleriniz rüzgârla titreyip bükülürken dudaklarınızın cansız rengi, korku içinde dokunduğumda onlara, hızla bulaştı parmaklarıma. Ölümün ninnisi fısıldanır gibiydi o an sokaklarda ve kollarım arasında siz, bilinmezlik içinde bir uykuya teslim olmuştunuz.

Sonrasında, zaman kaybetmeden sizi daha güvenli bir yere ulaştırdım. Doktorun yanına ulaşana dek adımlarımın bastığı yerler bataklıklardan farksız gelmişti bana ancak gerçekten de çamur deryasında ilerliyor olsaydım da bunun bir önemi olmazdı. Tekrar sıhhatinize kavuşmanız için, onları da aşardım pekâlâ. Nitekim, sizi temiz bir yatağa yatırıp yaralarınızı sarmaya başladıklarında hala ayaklarıma vurulmuş zincirleri hissettiğim için saatler boyunca bekledim yanınızda. Yalnızca bir ara, başucunuza bir armağan bırakmak üzere ayrıldım oradan ve döndüğümde ise evinize haber yolladım. Birileri, burada olduğunuzu bilmeliydi ancak ben, gelecek olanları görmeye hazır değildim, bu sebeple yalnızca onlar gelene dek bekledim.

Sonrasında gittim. Beni affedin.

Zamanın akışını izlerken yanınızda, cebimdeki kâğıdın yarenliğini hatırladım çok sonra. Satırlarınızdı parmaklarımın ucunda duran, onları gördüğümde, inanın, birdenbire soğudu ellerim ama hanımefendi, bu öyle canlı bir histi ki... Siz üşümeyi dahi sevdirdiniz bana, üşüyüp de yanmayı. "Ve o yürüdü, ruhunu ardında bırakarak, rüzgâra emanet eder gibi varlığını," diyerek bana seslenen satırları okuduktan sonra bakışlarım usulca yüzünüze kaydı. Neredeyse kusursuz yüzünüzü izlemek huzur vericiyken tek bir şey dikkatimi dağıtıyordu. Dağılmış saçlarınızdan kaçmış birkaç dalga alnınıza oradan yanaklarınıza düşmüştü ve ben, cesaretimin kırık parçalarının yanında, onlara dokunmaya kıyamıyordum.

"Uzaklaştı, ben onun gölgesine sığınırken,
Kendisiyle birlikte götürür gibi umutlarımı.
Elini tutmak istedim ama nafile,
Gitmekte kararlıydı
Ve gitti."

Şiir böylece son bulsa da satırların üzerinde defalarca gezinmekten alıkoyamadım kendimi. Buz kesen ellerim izin verseydi durdururdum kelimelerinizi, gitmelerine izin vermezdim lakin barizdi ki ne size ne de onlara, bundan başka bir çare bırakmıyordum. Canımı yakardı bu, acı verirdi ve ızdırap yağmurları altında bütün varlığımı sarsıyordu. Umutlarınızı kırmak, kalbinizi zalim bir karanlığın içinde bırakmak... Ruhumda şiddetli sancıların meydana gelmesine sebep olurdu zira ben, bunlara sebebiyet vermekten fevkalade çekindim her daim ve bu, her zaman en büyük korkularımdan biri olacaktır.

Kalabilmeyi arzularken gitmek, her bir adımda ardında bıraktığı yerlere zarar vermek; bunlar oldu tek yaptığım lakin bilmelisiniz ki dileğim değildi hiçbiri. Sizin üzüldüğünüzü düşünmek dahi nefesime dikenler düşürürken, aksine, engel olmak istedim kendime. Ben, hanımefendi, hiçbir zaman incitmek istemedim sizi. Fakat sebep olduğum tek şey, aslında bu oldu ve kendime olan karşı koyulmaz nefretim de buradan doğdu.

Tam da bu yüzden, bütün aynalarımı paramparça edeceğim bu gece. Kırılan bütün parçalarım, yaralarınıza merhem olsun diye.

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now