III-VIII

3.2K 453 57
                                    

3 Ağustos
02.20, öğle.

Beyefendi,

Bugün hüznü bırakıyorum ardımda. Acıların rengi silinecek artık bakışlarımın perdesinden, uzun sürecektir belki ancak en azından deneyeceğim. Yazamadım uzun bir zaman boyunca lakin bağışlayın beni. Anılar ve onların ağırlığında ezilen hislerim, buna engel oluyordu. Aslında şu anda dahi güçlükle tutuyorum kalemi. Dikenleri var mürekkebin, avuçlarıma bulaştıkça, canım yanıyor.

Yalnızca o da değil, uykularım da kaçıyor benden. Dün gece çok uzaklardaydı ve çabalamama karşın muvaffak olamadım. Kaçtığı yerde özgürlüğüne kavuştuğunda o, rüzgârla konuştum, hiçbir şey söylemedi; ben de vazgeçtim ve sessizliği izledim. Karanlığın kıvrımlarında durup bana baktığınızda, yüzümde buruk bir gülümseme ile, yazıp da yollayamadığım mektupları okudum size. Uzun zaman oldu yazmaya başlayalı, pek çoğu solmuş hatıralarımın ve detayları, olabilir daha fazlası. Olabilir; mürekkep solmuş, yazılar silinmiş, anılar eskimiş. Bir tek sizsiniz hala benimle yaşayan ve eskimeyen bir parçasısınız onların fakat cansız ruhunuz, geçmişte hissettiklerinizden yoksunsunuz.

Tamamen gittiniz ve benden uzaklaşan o isteksiz adımlarınızın hatırasıyla birlikte kelimelerin pelerinine sarılmayan her bir duygu, acılarla birlikte çığlıklara, onlar da yankılarla duvarların tenine karıştı. Siz gittikten sonra beyefendi, gözlerimin önünde kaldı silüetiniz; perdelerin arasından, aydınlıktan uzak duvarlara yansıyan zayıf ışığın altında bir gölge oldunuz, bir kez daha nefes aldınız orada ve hala o karartının içinde yaşamaktasınız. Bu yüzden, günler boyunca akşam olduğunda pencereye yaklaşamıyor, güneş doğduğunda perdeye dokunamıyordum. Hayalinize tutunmaya başlamıştım, sanıyorum ve onun da beni terk etmesini istemiyordum.

Fakat bu gece, gökyüzünde yıldızları gördüğümde, o gölgenin elini tutacağım zira bugün, sekiz ay oldu. O gün, çehrenizle birlikte isimlendiremediğim bir keder ruhuma yayılmış, kar tanelerinin arasındaki alevin doğumuna sebebiyet verecek olan ilk kıvılcım yüreğime düşmüştü. Ah, beyefendi, bilemezdim haftalar öncesinde bütün bu olacakları fakat şimdi ardımda bıraktığım ize baktığımda zamanın bizim için aslında ne kadar yavaş ilerlediğini ve izlerin üzerini de soluk, beyaz bir örtünün kapladığını görüyorum. Görkemli bir salonun içinde bütün varlığımı derin bir heyecan sararken, bütün ciddiyetiniz ve kış havasının öfkesine karşı duran gülümsemenizle, sizi gördüğüm o anın üzerinden tam sekiz ay geçti ancak aslında bir ömür yaşanmış gibiydi.

Ben, baktığımda neredeyse her yerde sizin yüzünüzü görüyorken, aksi mümkün olabilir miydi sanki?

Cümle sonlandığında, odayı aydınlatan güneş ışıklarının kollarına tutunmuş soru işaretine dakikalar boyunca baktı genç kadın. Sonra, masanın üzerinde öylece duran kâğıda baktı bir süre daha, dudakları titredi. Gözleri de yanakları gibi koyu kırmızı bir renge yenik düşmüştü fakat ağlamayacaktı. Geçmişi düşündü hızla atan kalbi onu rahatsız ederken, yazılan mektupları ancak hiçbir zaman alınamayan cevapları... Anlayamıyordu, yaşanan bütün o keder dolu anlar, bu kadar az bir zamana nasıl sığmıştı?

Kalbi kırıldı ve denizlerden küçük bir dalganın yanaklarına düşmesine izin verdi. Onun tuzuyla yandı canı ve şimdi bir de, pencereye merhamet etmeden vuruyordu yağmur damlaları. Hava zaten günlerdir kapalıydı. Gözlerini kapattı ve düşüncelerine mahkûm oldu bir kez daha. Gök, daha önce hiç bu kadar içten ve acılarını haykırırcasına gürültülü bir şekilde ağlamış mıydı?

Beyefendiye MektuplarWhere stories live. Discover now