Bölüm 20 - Hayalet

285 55 3
                                    

"Bir Leylâ özlemiyle bahçelerde öldü gün / Yıldızlar, karanfiller güllerden daha üzgün / Bahçeler garipsedi alaca karanlıkta" - H. F. Ozansoy

...

Güneş batı ufkundan batmış, alaca karanlık çökmeye başlamıştı.

Demet, dalgın dalgın etrafına bakınan gözlerini tekrardan elindeki telefonuna çevirmişti. Oktay gittiğinden beri saatler geçmişti ve hala haber yoktu. Belki de yüzüncü kez tuşladığı telefonunun ekranında parmaklarını gezdirdi. Ne arayan vardı ne de cevap veren. Bir sorun olmalıydı. Kesinlikle bir terslik vardı.

Hiç tanımadığı bir kızla yetimhaneye onu görmeye gelmiş ve kısa süre sonra hızla ortadan kaybolmuştu. Hem de onunla vedalaşmadan! Burak'la o gittikten sonra arkasından bakakalmışlardı. Demet, bir sorun olduğunu sezinleyip hemen peşinden gitmişti ancak yeterince hızlı olmadığı için yetişememişti. Ortalıklarda kimsecikler yoktu. Bahçenin etrafına bir tur atmasına rağmen bir ize de rastlamamıştı. Meraktan patlamak üzere olan başını ellerinin arasına alarak boşta gördüğü bir bankın üzerine oturdu.

Burak'ın da sevinci kursağında kalmıştı ama belli etmiyordu. O küçük yaşında bir sorun olabileceğini çabucak kavramıştı. Oktay'la birlikte gelen bu kızdan da hiç hoşlanmamıştı. O sahte gülümsemesin ardında sinsi bir ruh sakladığını bir çocuk bile anlayabilirdi. Asıl sorun, o kızın Burak'ın kulağına fısıldadığı anlamsız cümlelerdi. O fısıldadığı cümlelerin arasında, Burak'ın anlamadığı ancak altında çok gizli anlamlar barındıran kelimeler, kendisinden çok Oktay'a bir gönderme olmalıydı. Zaten Burak, kelimelerden hiçbir şey anlamadığı gibi çabucak da unutmuştu. Onun için bir anlam yüklemiyordu. O sadece Oktay'ı özlüyordu. Ve en çokta ailesini...

Demet, tekrardan telefonun rehberinden Oktay'ın numarasını buldu ve aradı. Birkaç dakikalık bir bekleyişin ardından yine cevap gelmeyince telefonu öfkeyle çimenlerin arasına fırlattı. Oktay aslında hiç böyle bir şey yapmazdı ve anında geri dönüş yapardı. Bu cevapsız sorular Demet'in kafasını kurcalıyordu. Bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı.

...

Oktay'ın kalbi güm güm atıyordu. Göğsünden gelen ve bizzat duyabildiği sesleri masanın etrafındakilerin nasıl olup da duyamadıklarına şaşıyordu.

Merve ve Dillenger masanın etrafına küçük bir kamp kurmuşlardı ve keyiflerine bakıyorlardı. Merve can sıkıntısından, kalın bir dal parçasının uç kısmını bıçağıyla keserek sivriltiyordu. Orta kısmından uçlara doğru incelen bu dal parçası, küçük bir mızrağı andırıyordu. Şaheserini havaya kaldırarak bir göz attı. Yaptığı şeyden memnun gözüküyordu. Deriyi kesebilecek ve kan akıtabilecek kadar sivrildiğinden emin olunca sopaya benzeyen keskin uçlu dal parçasını hemen yanına bıraktı.

Gökyüzünün kararmaya başlamasıyla hava soğumuştu ve ısınmak için küçük bir ateş yakmışlardı. Kentin artmaya başlayan yoğun ışıkları arasında burası pek göze çarpan bir yer değildi. Ana yoldan bakan insanlar, sadece çam ağaçlarının yapraklarıyla korlanmış ateşin, göğe yükselen cılız dumanlarını ve kampın on beş metre kadar ötesinde bulunan eski kulübenin bacasını az çok görebilirlerdi.

Uzayan gölgelerin arasına gizlenmiş olan bir cisim, kamptaki durumu gözden geçirdikten sonra, kayalık patikadan usulca kalın gövdeli çam ağaçlarının arkasına inmiş, sessizce bir kayadan diğerine geçerek ilerlemişti. Tepenin iri kayalarla kaplı olması ve Dillenger'ın kazığı kamp ateşinin uzağına yerleştirmiş olması, işine yaramıştı. Merve'yi Oktay'ı taciz ederken izlemiş ve adamın aklını kaçırmanın eşiğinde olduğunu anlamıştı.

Er ya da geç dediğini yapacak ve Oktay'ın etrafındaki odunları ateşe verecekti. O, fazla zamanın kalmadığını, Merve'nin bir sonraki gelişinde işi bitireceğini sezmişti. Oktay'ın geri adım atıp merhamet dilenmeye asla yanaşmayacağını adı gibi biliyordu. Merve de bu gerçeği artık kavramış olmalıydı. Muhtemelen bir sonraki seferde Oktay'ı öldürecekti.

Zamana DirenenlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin