Bölüm 21 - Avlu

308 38 3
                                    

Hapishane

Ellerini sırtında birleştirip ağrıyan kemiklerini ve uyuşan kaslarını gerdirirken arkasından gelen ses, başından aşağıya kaynar sular dökülmüşçesine irkilmesine neden oldu. Bu kadar çabadan sonra tekrar yakalanma fikri onu ürpertiyordu.

Hapishanede düşünecek zaman çoktu ama düşünmeye iten bir şey yoktu. Duvarlar size arkadaşlık eder, tüm sırlarınıza ortak olurlardı. Haftalık teneffüs molalarında yarım saatlik bir avlu izni olurdu. Avluda dolaşır, kalın ve uzun duvarların arkasındaki yaşamı yakalamaya çalışırdınız. Avlu, mahkumlar için her şeyin başladı ve bittiği yerdi. Hapishanenin boğuk havasından bir kurtuluş, güneş ışınlarının büyüttüğü bitkilerin verdiği oksijenli temiz havanın verdiği neşe demekti. Hapishaneye getirilen mahkumlar ilk buradan geçirilir ve ömür boyu hapis cezası yememişse bir gün yine buradan özgürlüklerine kavuşurlardı. Burası mahkumlar için bir araftı. Özgürlük ve tutsaklığın arasındaki bir araf...

Zamanda yoğrulmuş zihinler, geçmişlerinden güç alırlardı. Tüm mahkumlar geçmişteki yaşamlarına hasret duyar, onunla ilgili hatıralarını birbirleriyle paylaşırlardı. İyi kötü fark etmez, geçmiş onlar için önemliydi.

Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremezdi. O, bu kavrama çok uzaktı ve her geçen gün uzaklaşmaya devam ediyordu. İpin ucu göz göre göre elinden kaçıyordu ve engel olamıyordu. İki kişiyi rahatlıkla yere serebilecek güçlü kasları ve geniş omuzları vardı. Hapishanede birçok kişi hayranlıkla, onu parmakla gösterirlerdi. Dışarıdan bu kadar güçlü gözükmesi hiçbir işine yaramıyordu. Yalnızdı. Adını bile bilmiyordu. Sadece zihninde silikleşmeye başlamış karısının feryatlarla çırpınan vücudu ve dehşete kapılmış suratını hatırlıyordu. Onun karısı olduğu fikri ise kafasını karıştırıyordu. Nasıl her şeyi unutmasına rağmen onu hatırlayabiliyordu?

Onun hatıralarına ihtiyacı vardı. Hiç kimsenin veremeyeceği bir anne sevgisine, ömrün boyunca çok nadir karşına çıkabilecek bir aşka ihtiyacı vardı. Bunlar, karakterleri şekillendiren en önemli olgulardı. Mahkûmun, bunlardan yoksun olması onu değiştirmişti. Kimseye karşı hoşgörüyle yaklaşmayan ve içine kapanık, aynı zamanda çoğu şeye karışı da merhametli biri haline getirmişti. Fakat onun bu hale gelmesine sebep olanlara karşı çok acımasızdı.

İçinde bir yerlerde, onu hiçbir zaman yalnız bırakmayan ve çığ gibi hızla büyüyen hırs ve zamanda merhamet, ona yol gösteriyordu. Terazinin bir kısmında diğer duygular ve merhamet yer alırken hırs diğer bir kısmını yükleniyordu. Hafızasını kaybedince diğer duyguları da artık unutmaya başlamıştı.

Terazinin dengesi bozulunca hırs ağırlığını ortaya koymuştu ve önüne ne çıktıysa yıkıp geçmişti. Hırsı aklını kullanmasına engel oluyordu ve o bunu geçte olsa fark etmişti. Ancak hiçbir zaman onu güçlü hissetmesine neden olan bu şeyden kurtulamamıştı.

Hayat acımasızdı. Yıllardır sefilce süründüğü bu hapishane avlusunda, tekrardan yakalanıp içeriye tıkılmasına ramak kalmıştı. Belki boşu boşuna bu acıları çekmiyordu, bir nedeni vardı ancak onun omuzlarına yüklenen bu yük her geçen gün çamura saplanmasına sebep oluyordu. Bu çamurdan kurtulması için elini uzatanlar, ona daha çok engel oluyorlardı. Çamura daha çok saplanıyordu ve kurtuluşu onun hemen yanındayken o bunu göremiyordu. Kendi iradesini başkalarının yönetmesine göz yumuyordu.

Arkasındaki "Ellerini havaya kaldır demiştim." diye bağıran kişi, silahın ucuyla, kürek kemiklerinin bulunduğu yeri sertçe ittirdi. "Yavaşça arkanı dön."

Sırtında birleştirdiği ellerini havaya kaldırarak yavaş adımlarla arkasına döndü. Bundan sonra savaşmayacaktı. Kaçış yolları bir bir kapanırken o ise sessizce seyredecekti. Hayatı tribünlerden seyretmek, ona yakışan bir şey olmamasına rağmen şartlar onu gerektiriyordu. O her zaman tribünlerin önünde dövüşen bir savaşçı olmuştu ve artık izleme sırası ondaydı. Her şeyi akışına bırakacaktı.

Zamana DirenenlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin