Bölüm 1

7.7K 247 17
                                    


        Havada şubat soğuğu, sokakta titreyerek yürüyorum; param yok, hava çok soğuk ve o kadar açım ki; karnımdan yükselen gurultular, dudaklarımı hafifçe kıpırdatarak mırıldandığım ‘’ Bu gece son..’’ şarkısını bile bastırıp, kulaklarıma kadar ulaşıyor. Sürekli hareket halinde olmama rağmen kapanmak için birbiriyle yarışan göz kapaklarım, bu dünyada geçirecek çokta fazla vaktimin kalmadığı haberini veriyor bana adeta. Dibe vurmak dedikleri şey bu sanırım, eğer kalacak bir yer bulamazsam; bu gece, bu dünyada geçireceğim son gecem olabilir. Üzerimdeki bu incecik ceketle iyi bile dayandım doğrusu, ellerim morarmaya başlamış bile. Demek ki yürüyen bir cesetten gerçek bir cesede dönüşmeme çok az kaldı. Aslında zamanından çok erken gibi görünen bu son, belki de o kadar kötü bir şey değildir benim için,  dünya da var olmamın, kendim de dâhil olmak üzere kimseye pek faydası yok zaten.

      Saatlerdir birbiri ardına attığım bu adımlar, soğukla da birleşince hissetmekte bile zorlandığım ayaklarımdan bedenime doğru yayılan bir ağrıya neden oluyor. İnsanın, kendisini bile hissedemediği ayakları, nasıl bütün bedenini acıtabilir anlamak çok güç, insan bedenin bir mucizesi daha işte. Bu gece yeterince şanslı olup soğuktan ölmemeyi başarsam bile, yorgunluktan öleceğim kesin.

       Artık beni taşımaktan bıkıp isyan eden ayaklarım, beni bir otobüs durağına doğru sürüklüyor. Öylesine kendimi kaybetmiş bir haldeyim ki; ilk başta bankın diğer ucunda oturan iyi giyimli, yaşlı adamı fark edemiyorum bile. Saatlerdir ilk defa hareketsiz kalan bedenim, yaklaşık beş dakikanın içerisinde kendini toparlayıp, rahatladıktan sonra; ancak farkına varabiliyorum bankın öbür ucunda oturan, kırlaşan saçlarını örten fötr şapkası ve uzun pardösüsüyle bu semte ait olmadığı çok belli olan bu yaşlı adamı. Beyazlaşmış bıyıklarının eşlik ettiği, bir ruh kadar beyaz yüzü, karanlıkta parlayan bir çift yıldızı andıran gri gözleri ve yüzüne yerleşen bezginlik ifadesi beni biraz ürkütse de; bu kadar kaliteli görünen bir adamın bu saatte, bu semtte üstelik bir otobüs durağında ne işi olduğunu merak etmekten alamıyorum kendimi. Aslında o gece merakıma yenik düşmeyip, ona hiçbir şey sormasam bugün olduğum kişiye dönüşmem de mümkün olmayacaktı ama beceremiyorum sessiz kalmayı.

''Merhaba.''

       Bu beklenmedik merhaba, onu daldığı düşüncelerden çekip çıkarsa da; bu selamın muhatabının kendisi olup olmadığından emin olamıyor önce. Konuştuğum kişinin, kendisi olduğunu belli etmek amacıyla bakışlarımı, ürkütücü gri gözlerine dikerek soruyorum: ‘’İyi misiniz?’’

''Merhaba, bilmem siz?''

''Ben, ben pek değil aslında. Şey siz bu mahallede yaşayacak birine benzemiyorsunuz pek, biraz tehlikeli yerlerdir buralar.''

''O zaman siz ne arıyorsunuz burada?''

''Ben mi? Ben tam olarak belamı arıyorum aslında.''

''Anlamadım.''

''Bana bir şey olmaz diyorum. Benden isteyecekleri bir şey yok ama siz, sizden alacak bir sürü şey var. Üzerinizdeki her şey o kadar pahalı görünüyor ki, kokunuzdan bile belli varlıklı biri olduğunuz.''

''Haha hasta ve yaşlı bir adamdan ne alabilirler ki? Bu üzerimdekiler, sana göründüğü kadar değerli şeyler değil. Hem siz bu saate ne arıyorsunuz burada, neden evinizde değilsiniz? ''

‘’Tüm bunlar göründüğü kadar değerli şeyler değil…’’ demek tahmin ettiğimden çok daha zengin bir adam bu diye geçiriyorum aklımdan, bütün dertlerinin parayla çözüleceğini düşünen biri olarak, aslında kastettiği şeyin paranın değersizliği olduğu aklıma bile gelmiyor o anda.

''Bilmem, sanırım kalacak bir yer bulmak için biraz geç oldu.''

''Nasıl yani eviniz yok mu?''

''Bu gece için yok maalesef.''

''Demek öyle.’’ Yaşını ele veren, buruşuk elleri çenesine gidiyor; ağzından çıkmaya can atan kelimeleri serbest bırakmalı mı, karar vermeye çalışıyor olmalı. En sonunda bir karara varıp devam ediyor sözlerine. ‘’Yanlış anlamazsanız sizi bu gece evime davet etmek isterim.''

    Tabi ki bu teklifin, masum bir iyilik olduğunu düşünmek için fazlaca şey yaşamıştım o güne kadar. Bunun altında benim karşılamak istemediğim bir bedel olduğunu düşünüyorum önce, bu yüzden ne kadar zor durumda olursam olayım bu teklifi reddetmeye ve öleceksem bile onurumla ölmeye karar veriyorum; yapılması gereken bu, bunun farkındayım. Ona cevap vermek yerine kafamı ters yöne çevirip, sessizliğe gömülüyorum. Kibarca sorduğu sorusuna alamadığı cevaptan,  aklıma takılan bazı sorular olduğunu anlamış olacak ki kendini açıklama yapmak zorunda hissediyor.

''Korkmayın canım. Rızanızı almadan size saldıracak bir adam gibi mi görünüyorum gözünüze? Kaç saattir şurada oturuyorum kimse bir halimi hatırımı sormadı, bugün doktor randevum olduğunu bilen çocuklarım bile merak edip aramadı beni. Bugün, hatta bu hafta ilk sen soruyorsun bana iyi olup olmadığımı ve buna çok ihtiyacım vardı. En az senin, bir eve ihtiyacın olduğu kadar, o yüzden sana yardımcı olmak istiyorum.''

    Kaderiniz sizi çağırdığında ona hayır demek gibi bir şansınız olmuyormuş maalesef. O gün beni çağırdığı o ev, benim için her şeyin değiştiği yer olacaktı ve sadece sıradan bir insan olarak evrenin bana hazırladığı bu oyuna, beni başkahramanı yapmak istediği bu hikâyeye karşı koyacak gücüm yoktu, olamazdı. Sahneye kendi isteğimle çıkmasam bile, biri beni sahnenin tam ortasına itleyecek ve bana rolümü oynamaktan başka bir seçenek bırakmayacaktı.

       O sırada gökten düşen kar taneleri, eğer sabaha kadar sokakta kalırsam donarak ölebileceğim gerçeğini sert ve soğuk bir rüzgârla yüzüme çarpıyordu. Öte yandan çokta uzakta olmayan bir yerlerden gelen bağrışma ve patlayan bir silahın sesi soğuktan kurtulsam bile geceyi geçirmek için çok yanlış bir yerde olduğumun kanıtıydı. Yanımda oturan adam, yaşlı ve hasta görünüyordu gözüme; zaten bana zarar verecek enerjisi olduğunu da sanmıyordum. Belki de yanılıyordum bir insana zarar vermenin tek yolu onu fiziksel olarak incitmekten geçmiyordu sonuçta, bir insanın hayatını sadece sorduğunuz bir soruyla bile alt üst edebiliyordunuz.

''Peki, başka bir şansım varmış gibi görünmüyor. Zaten öyle ya da böyle bu hafta içinde öleceğim, korkmamı gerektirecek bir şey olduğunu sanmam.''

''Ölmek için fazla genç ve sağlıklı görünüyorsun. Parasızlıktan ölmek için de fazla akıllısın. Aklını yeterince iyi kullanabilen hiç kimse parasızlıktan ölmez merak etme.''

Oturduğu banktan kalkıp, herhangi bir ayağa kalkma girişiminde bulunmadan, oturmaya devam eden bana dönerek  ''Geliyor musun?'' diye soruyor.

       Eğer şimdi onunla gitmeye karar vermezsem, bir kez daha teklifte bulunmayacağını hissettiğimden onu daha fazla bekletmeden ayağa kalkıyor ve bir taksiye denk gelene kadar yürümekte bile güçlük çeken bu adamı, birkaç adım gerisinden takip etmeye devam ediyorum.

   

Hayatımın Teklifi Where stories live. Discover now