Bölüm 29

1.4K 70 0
                                    


        Yaz ayları hızlıca geçip, yeniden buz gibi soğuk şubat ayını yaşamaya başladığımız sıralarda. Bir gün yine alışkanlığım olduğu üzere; ofisimin camında durmuş, dışarıda uçuşan kar tanelerini izlerken, bir yandan da ellerimi yakacak kadar sıcak kahvemi, acıdan kızaran parmaklarımı umursamadan yudumlamaya devam ediyorum. Bugün, ölüm yıl dönümü ve yine karlar düşüyor gökyüzünden, onu anarcasına.

       İki sene önce, sokaklarda ne yapacağını bilmeden yürüyen o kadını ve soğuğa aldırmadan bir bankta oturan o adamı düşünüyorum. Kafamda yeniden dönen senaryo, gerçekte yaşanandan çok daha farklı. O gece, o durağa hiç uğramayıp, o yaşlı adamın farkına bile varmadan geçip gidiyorum yanından. Durursam ölürüm, hava çok soğuk bedenimi sıcak tutmam lazım. Bir kaç saat ne yapacağımı bilmeden yürüdükten sonra vücudum bütün enerjisini yitiriyor; ne yaparsam yapayım buz kesen bedenimi ısıtamıyor, her şeyden vazgeçiyorum. Bana ne olacağı umrumda bile değil, zaten Murat’ın da dediği gibi ne yaparsam yapayım bir şey olamayacağım, çırpınmanın bir anlamı yok. Açlığın ve soğuğun etkisiyle bulanıklaşan görüşüm, buzlanan zeminde bir an için dengemi kaybetmeme neden oluyor. Daha fazla dayanamayıp artık hissedemediğim bedenimi soğuk ve sert zeminin üzerine bırakıyorum. Soğuktan olsa gerek, kaldırma sertçe çarpan başım bile yetmiyor canımı acıtmaya. Artık hiçbir şeyin canımı yakamayacağını bilemenin verdiği huzur, gözümde donan yaşların acıtmaya başladığı gözlerimin yavaşça kapanmasını sağlıyor. Kapanan gözlerime rağmen üzerime düşen ve pamuklardan yapılmış bir yorgan gibi üzerimi örtmeye başlayan kar tanelerini hissedebiliyorum. Üzerimi yavaşça örten bu beyaz yorgandan mıdır, savaşmayı bırakan kalbimden midir bilmiyorum, bu soğuk şubat gecesi üşütemiyor artık beni; bir rüyaya dalar gibiyim. Kaçacak bir yerim kalmıyor, kendimi ölümün soğuk mu, sıcak mı olduğuna karar veremediğim kollarına bırakırken; etrafımdaki bütün sesler susup, bütün görüntüler kayboluyor. İçimdeki öfke bile anlamsız artık, bu gece yaşadığı kırgınlıkla atmak istemeyen kalbim; acısını, öfkesini dindirmek için susuyor; bir daha konuşmamak üzere...

       Kafamdaki senaryoya uyumlu bir şekilde kapanan gözlerimi, arkamda duran masanın üzerinde titremeye başlayan telefonumun sesiyle açıyorum. Neyse ki arayan kişi bu dünyada bana iyi gelebilen tek insan, Güven. 

''Sevgilim.'' Diyerek açıyorum telefonu.

''Gizem sana çok güzel bir sürprizim var. Seni almaya geliyorum.'' Bu kadar heyecanlı olması şaşırtıyor beni.

''Sesin çok heyecanlı...'' 

''Dıt dııt''

         Daha cümlemi bitirmeden yüzüme kapanan telefon, güzel bir haber olduğunu söylemiş olmasına rağmen içimde bir endişeye yol açıyor. Neden bilmiyorum, içimdeki ses bana yapılacak bu sürprizden hoşlanmayacağımı söylüyor. Elimde sıkıca tuttuğum telefonun bir kez daha çalmasını beklerken, kafamdaki soru işaretlerini dağıtmak amacıyla yere düşmek için birbiriyle yarışan kar tanelerini izlemeye devam ediyorum. 

        Telefonum, Güven’in aşağıda beni beklediğini haber vermek için avuçlarımın içinde bir kez daha titremeye başladığında, cevap verme ihtiyacı bile hissetmeden kırmızı tuşa basıp, telefonumu meşgule atıyorum. Uzun, kaşe paltomu üzerime hızlıca geçirip, koşar adımlarla asansöre doğru yürümeye başlıyorum. Plazanın çıkışına geldiğimde Güven'in işe giderken kullandığı siyah Mercedes cipini fark etmem hiçte zor olmuyor. Plazanın önündeki basamakları ayağımdaki topuklu botların izin verdiği ölçüde hızlıca inip puslu havaya rağmen parıl parıl parlayan araca doğru yürüyorum. Aracın ağır kapısını biraz zorlanarakta olsa açtıktan sonra kendimi, Güven'in çoktan ısıtmasını açtığı yolcu koltuğuna bırakırken, merakla soruyorum.

''Ne oldu? Neymiş sürprizin?''

''Sabret biraz.'' Diyor gülümseyerek.

         Hangi durumda olursam olayım beni rahatlatan bu gülümseme, gerginliğimi almaya yetmiyor bu defa. Aklımda dönüp dolaşan sorular ve felaket senaryoları sessizce devam eden yolculuğumuz boyunca rahat bırakmıyor beni. Bu sıkıntılı yolculuğumuzun bir an önce bitmesini umarken, aracın önünde durduğu kapı beni önce meraklandırsa da Güven’in iş yerinde bir şeyler unutmuş olabileceği düşüncesi geliyor aklıma, o aracın kapısını açıp araçtan indiğinde; ben koltuğumda hareketsiz bir şekilde oturmaya devam ediyor, arabadan inmek için herhangi bir girişimde bulunmuyorum. 

          Güven’in hala açık kapısından gelen soğuk hava, başımı ona doğru çevirmeme neden oluyor. Beni inceleyen bakışlarına denk gelince benden ne yapmamı beklediğini anlayamıyor, gözlerimle soruyorum ona ne yapmamı istediğini.

''E hadi. Hani merak ediyordun?''

''Ne yani, sürprizin burada mı?'' diye soruyorum şaşkın ses tonumla.

          İçimde yayılmaya başlayan korkuya engel olmak istesem de, beynimin içinde yankılanan sesler ve sorular buna izin vermiyor. Ne yani buraya kadar mıydı? Ona söylediğim yalanları anlamış mıydı? Peki nasıl? Kim söylemişti ona? Tanju Bey mi? Yoksa bunca süredir insanlarla oynadığını düşünen ben miydim aslında yem olan? Anlayamıyordum. Sağ tarafımda kalan kapı açılıncaya kadar donup kalmıştım, Güven’in koluma uzattığı eli olmasa arabadan inecek gücüm bile yoktu. Yaşadığım panik dizlerimin bağını çözmüş, bana nasıl adım atıldığını bile unutturmuştu. Güven’in yardımıyla ayağımı yere basıp, bana uzattığı elini sıkıca tutuyorum. Çekingen adımlarım, onun hızlı adımlarını geriden takip ederken, kaçıp gitmeyi düşünüyorum bir an için ancak ayağımdaki topuklu botlarla, buzla kaplı kaygan zeminde bırak koşmayı yürümekte bile zorlanıyorum. Üstelik etrafım polis kaynıyor, biri elinden kaçırsa diğeri yakalar beni. Kaçacak bir yerimin olmadığını idrak edince, elimden gelenin en iyisini yapıp, karşı koyma girişiminde bile bulunmadan, beni çekiştiren güçlü kollarına itaat etmeye karar veriyorum.  

       Güven, ilk tanıştığımız yer olan sorgu odasının önünde durup, omzumda asılı duran çantaya uzanırken; ''Canım bunu almam gerekiyor.'' diye açıklıyor bana, ondan önce davranıp omuzumdan aldığım çantamı ona uzatıyorum.

''Telefonun nerede?'' Diye soruyor bu defa.

''Çantamda.'' Diyorum gerginlikten kısılan sesimle.

‘’Tamam, o zaman içeri girebilirsin.'' diyor ardına kadar açtığı kapıyı, benim geçmem için tutarken.’’

Hayatımın Teklifi Where stories live. Discover now