Bölüm 4

4.5K 185 3
                                    


       Yaşadığım o zor gecenin ardından gelen o sabah, normal bir güne uyanır gibi uyanıyor ve onunla birlikte edebilmek için mükellef bir kahvaltı hazırlıyorum. O, bunu bir iş gibi görüyorsa ben de öyle görmeliydim değil mi? Daha bir haftadır bile tanımadığım bir adama karşı ne gibi bir duygu besleyebilirdim ki zaten? Neyse ki benden istediği şeyi yapmam için herhangi bir duyguya da ihtiyacım yoktu; hatta bu işi ne kadar tepkisiz, ne kadar duygusuz bir şekilde gerçekleştirebilirsem o kadar iyiydi benim için.  Kendimi, bunun sadece bir iş anlaşmasından ibaret olduğunu defalarca tekrarlayarak rahatlatıyorum.

       Sofranın tamamen hazır olmasıyla birlikte merdivenlerden aşağıya inen bir çift ayağın sesi geliyor kulağıma. Bunun, ne kadar müthiş bir zamanlama olduğunu düşünerek alıyorum çaydanlığı elime. Dumanı üzerinde tüten, o sıcacık çayı ince belli bardağa doldurmaya başlıyorum; hep içtiği gibi, çarpıntı yapmaması için bir bardak açık çay. Çaydanlığı elimden bırakırken, göz göze geliyoruz; benim kendinden nefret eden bakışlarıma inat, onun gözleri ışıklar saçıyor etrafa.  Ona evet diyeceğime öyle emin ki. Neşeli bir ses tonuyla günaydın diyor bana. Bu neşesini taklit etmeye çalışarak, karşılık veriyorum ona ancak onun kadar sakin kalamıyor, çatlayan sesimle ele veriyorum kendimi hemen.

''Umarım iyi uyumuşsundur. Bugün, uzun bir gün olacak.''   

''Nasıl bu kadar eminsiniz size evet diyeceğimden?''

''Neden demeyesin ki? Nasıl diyordu senin yaşındakiler win-win (kazan-kazan) durumu bu; sen kurtuluşun parada olduğunu düşünüyorsun, ben ise sende. Bu anlaşma, ikimize de istediği şeyi getirecek.''

Ona, sözlerle karşılık vermek yerine, dün gece bende kalan vasiyetini uzatıyorum.

''İmzalar mısınız?''

Kafasını sallayarak ‘’hay hay’’ diyor. Sofrayı hazırlarken, çatalının yanına yerleştirdiğim kalemi alıp, imzalıyor. Ancak bu imzaladığı kâğıdı bana uzatmak yerine, dikkatlice katladıktan sonra, cebine yerleştiriyor ve ''Bana verdiğin sözü tutana kadar ben de kalsa daha iyi olacak.'' diyor.

       Bu anlaşmadaki tüm gücü elinde tutan ve hayatının son demlerini yaşayan bu hasta ve yaşlı adama itiraz etmek yerine, benden istediği son şey olmasını umduğum bu dileğini yerine getiriyor, kâğıdı almak için hiçbir ısrarda bulunmadan, şartını yaptığım baş hareketiyle kabul ediyorum.

''Peki, nasıl olacak?

     Anlattığı detaylı plan, dün gece uykusuz kalan tek kişinin ben olmadığımı fısıldıyor kulağıma. Hayatımı mahvetmeye olan bu merakı, şaşırtıyor beni. Bu olaydan mümkün olan en az hasarla kurtulabilmeyi umarak, söylediği her şeyi kelimesi kelimesine zihnime kazıyor, benden yapmamı istediği her şeyi sessizce kabul ediyorum. Detaylıca kurguladığı bu planın bütün ayrıntıları üzerinde saatlerce konuştuktan sonra onun bu akşama hazırlanabilmesi için evden çıkıyorum. Daha hiç bir şey yapmamış olsam dahi vicdanım gün boyu rahatsız ediyor beni. Kendi kendime şaşırıyorum; nasıl yani gerçekten de yapacak mıydım benden istediği bu şeyi? Aklımı kaçırmış olmalıydım.

                            ***

       İstanbul’un gürültülü sokaklarında amaçsızca yürüdüğüm yollar, koskoca bir günün sonunu getirirken, havanın alaca bir karanlığa bürünmesiyle birlikte telefonum çalmaya başlıyor, arayan o. Önümde iki seçenek var; ya telefonu kapatıp, bana hiç bir çabanın kazandıramayacağı kadar büyük bir serveti geri de bırakarak kaçacağım buradan, üstelik başıma bela olacağını bildiğim bir adamı kendime musallat ederek ya da...  

Hayatımın Teklifi Where stories live. Discover now