Bölüm 18

2K 99 0
                                    


          Makam aracını andıran simsiyah, parıl parıl parlayan bir araç kapıda, tam da bizim önümüzde duruyor. Sürücü koltuğundan filmlerdeki şoförler gibi giyinmiş bir adam iniyor. Bu tarz kıyafetleri sadece filmlere özgü olduğunu düşünmüştüm hep, demek ki gerçekten film gibi yaşanan hayatlar varmış diyorum içimden. Araçtan inen üniformalı adam hızlıca koşup, araca binebilmem için kapımı açıyor. İşte diyorum, paranın açtırdığı bir kapı daha. 

          İkimizde konuşma girişiminde bulunmadığımızdan arabanın içinde bir sessizlik hakim.Bu sessizlikten faydalanıp,  yanımızdan kocaman binalar akıp  giderken, başımı cama yaslıyorum. O gecenin hayaleti, bu lüks arabanın arka koltuğunda da bırakmıyor peşimi. Gözlerimi kapatmamla birlikte bir kez daha hayatımı tamamen değiştirecek bir karar vermeye çalıştığım, hayatımın o en zor gecesinde buluyorum kendimi; o gece aklımı kurcalayan bütün sorular sanki hala bir anlamları varmış gibi yeniden beliriyorlar aklımda.  

                                                                        *** 

      Bir hayat kaç para ederdi, bir nefesin pahası nasıl biçilebilirdi, ya o bıçağı sapladıktan sonra pişman olursam sahip olduğum şeyler zamanı geri alıp, beni işlediğim bu günahtan kurtarabilir miydi? Yapamazdım, biliyordum hiç bir paranın kokusu, elime bulaşan kan kokusunu bastırmaya yetmezdi; ama tabi ki aklımdaki tüm bu düşünceleri önemsiz kılan bir ama’m vardı, ya söylediklerini yapar da, hayatımı tam bir trajediye çevirirse. Bu adam da beni korkutan bir şeyler vardı; tüm bu sakinliğinin altında gizlediği bir psikopat, eğer yaşamasına izin verirsem benim belama dönüşecek bir akıl hastası… Zaten akıl sağlığı yerinde olan hangi insan kendisini öldürmesi için başka bir insana böyle bir mirası teklif ederdi ki? Zaten ölmeyi isteyen bir adamı öldürmek vicdanımı rahatsız etmemeliydi değil mi? Dahası bu bir nefsi müdafaaydı; eğer ben onu öldürmezsem; o, benim zaten muhteşem olmayan hayatımı iyiden iyiye zindana çevirecekti. Elimde duran vasiyeti bir kez daha inceledim; illa birilerinin hayatı bitecekse; bu, henüz 20'li yaşlarında olan ben mi olmalıydım yoksa bu dünyada görmesi gereken her şeyi görmüş olan bir adamı mı? Dışarıdan bakıldığında oldukça basit görünen bu denklem içine girildiğinde karmakarışıktı. Sanırım tüm bu soruların cevabını, o bıçağı elime almadan önce bilemeyecektim, gözlerimi kapatıp her şeyi akışına bırakmaya karar verdim.  

       Uykusuz bir gecenin ardından sanki çok normal bir sabaha uyanır gibi uyanıp, mükellef bir kahvaltı hazırlıyorum onun için. O an gelinceye kadar ölüm düşüncesini aklıma getirmek istemediğimden, elimden geldiğince normal davranmaya çalışıyorum. Ona vereceğim cevabı bilirmiş gibi yüzü gülüyor, mutlu. Ona imzalaması için uzattığım o vasiyet, onun için bir ‘’evet ‘’demek ancak benim için aynı anlamı taşımıyor henüz; ben, o vasiyeti ona uzatarak, sadece bu teklife hayır demediğimi söylemek istiyorum, eğer o an geldiğinde onu öldürmeye karar verirsem bunu altına imza atılmamış bir kâğıt parçası karşılığında yapmış olmamak için... Kâğıdı, imzaladıktan sonra bana geri vermek yerine cebine yerleştiriyor, itiraz etmiyorum. 

      Ona sormak istediğim o kadar çok soru var ki; içimde tutamadığım sorular birer birer dökülmeye başlıyor dudaklarımdan. Eğer bunu yapacaksam, nasıl yakalanmayacağımı bilmeliyim.

Soruyorum; ‘’Peki, nasıl olacak?’’

Sorduğum soruya anlam veremeyen bakışları, beni açıklama yapmak zorunda bırakıyor.

‘’Yani nasıl yakalanmayacağım?’’

     Soruma cevap vermeden önce cebinden bir kartvizit çıkarıp, bana uzatıyor. Sonra üzerinde ince ince düşündüğü planını anlatmaya başlıyor, bense ağzım açık dinliyorum onu. 

Hayatımın Teklifi Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu