Bölüm 27

1.4K 73 0
                                    

           Kapıyı sessizce açarken evde olup olmadığına emin olmak için bir kaç defa adını söylüyorum. Herhangi bir karşılık alamayınca, kapıyı açmak için yere bıraktığım poşetleri bir kez daha elime alıyor ve doğruca mutfağa geçip, hazırlıklara başlıyorum. 

          Mutfakta geçirdiğim birkaç saatin sonunda üzerime sinen yemek kokuları yüzümü buruşturmama neden oluyor. Banyoya gitmek için mutfaktan çıkarken, ellerinde çiçeklerle kapıda beliren Güven'le göz göze geliyoruz. Bu saate evde olmama alışkın olmadığından gözleri şaşkınlıkla büyüyor. Ona, şaşkınlığını sözcüklere dökme fırsatı bile tanımadan söze giriyorum.

''Bugünde erken gelmeyeceksem; ne zaman erken geleceğim değil mi?'' diyorum.

''Bugünün özelliği neymiş ki? '' diyor benimle alay ederek. 

         Ellerinde tuttuğu papatyaları fark ediyorum. Ona, bunu söylememiş olmama rağmen güllerden; özellikle kırmızı güllerden çokta hoşlanmadığımı fark etmiş olmalı. Hayatımı değiştiren o kapı, elinde kırmızı bir gül tutan yaşlı bir adam tarafından açıldıktan sonra, güllerin anlamı tamamen değişmişti, bir zamanlar aşkın ve tutkunun sembolü olan bu güzel çiçek; artık bir cesetin yanına uzanmış, ölümün soğuk bir ifadesi olmaktan başka bir şey değildi benim için. Aklıma hücum eden tatsız düşüncelerimi dağıtabilmek için; başımı Güven’in fark etmeyeceğini umarak hafifçe iki yana sallıyorum.

‘’Bilmem elindeki çiçeklere soralım istersen.’’ diyorum, elindeki papatya demetini işaret ederek, sesimdeki neşe az önce çirkin düşüncelerle boğuşan beni bile şaşırtıyor. Bir adım atıyor bana ve bir adım daha... Her adımı, başka bir adım izliyor; ta ki kokusunu rahatça duyabileceğim bir yakınlığa gelinceye kadar. Onun muhteşem kokusu, üzerime sinen ve ten kokumla çokta iyi gitmeyen yemek kokularını bir kez daha hatırlatıyor bana, onu üzerimden hafifçe itliyorum. Önce biraz afallıyor beklemediği bu tepki karşısında.

''Önce duş almam lazım.'' diyorum burnuma yaklaştırdığım gömleğimi koklayıp, yüzümü buruşturduktan sonra. Ancak belime dolanan elleri ve çoktan boynumda dolaşmaya başlayan burnuna engel olamıyorum.

''Bence hala çok güzel kokuyorsun, sıcak bir yuva gibi ...''  Köprücük kemiğime kondurduğu öpücük bütün vücudumdan akıp geçen bir elektrik akımına neden olsa da kendimi kollarından sıyırıp; '' Ama ben duş almak istiyorum.'' diyorum kendimden emin bir şekilde. Ancak beni, kolumdan tutup kendine doğru çekmesiyle kaybettiğim dengem yüzünden bir kez daha kollarında buluyorum kendimi. Bir eliyle belimden tutarken, hafifçe aşağıya eğilip diğer elini de dizlerimin arkasına doluyor, ayaklarım yerden öyle bir hızla kesiliyor ki ne yapmaya çalıştığını anlamaya fırsat bile bulamadan kucağında buluyorum mutluluktan havalanan bedenimi. 

''O zaman birlikte alalım duşu.'' diye fısıldıyor kulağıma…

                                                               ***

Su bedenlerimizden aşağıya süzülürken, akıp giden saatlerin farkına bile varamıyoruz. Banyodan dışarı çıktığımızda etrafı koklamaya başladığını fark ediyorum.

''Ne oldu ya hala yemek mi kokuyorum?’' 

''Ocakta falan bir şey yoktu değil mi?''

Bu sorusu benim de istemsizce derin nefesler alıp, etrafı koklamama neden oluyor.

''Ocakta bir şey yokta..'' Bir nefes daha alıyorum.

''Eyvah fırın..'' üzerimden düşmek üzere olan bornozu tutarak, dumanlar içinde kalmış mutfağa doğru koşmaya başlıyorum. Mutfağın kapısından girince yoğunlaşan duman ve yanık kokusu boğazımı yakıp, öksürmeme neden oluyor. Öksürük krizim fırına doğru bir adım daha atmama engel olduğundan; arkamdan gelen Güven, hızlıca fırına koşup, fırını kapattıktan sonra kömüre dönmüş etleri, dumanların arasından çıkarıyor. Göz göze geldiğimizde az önce yatak odamızda başladığım o cümleyi bitiriyorum.

''Ocakta bir şey yokta, fırında etler vardı.''

Gülmeye başlıyor, onun arkasından bende serbest bırakıyorum kahkahalarımı.

''Fırın açıkken mi duşa girecektin?''

''Sen olmasan beş dakikada çıkacaktım.''

''En azından yangın dedektörleri çalışma...'' daha cümlesini bitirmeden kulaklarımızı tırmalayan bir alarm sesi ve tavandan püsküren sular sarıyor etrafımızı.

''..mış yoksa her yer su olurdu diyecektim.'' yaşananlar beni gülme krizine sokmak üzereyken, daire kapısının yanına, güvenlikle iletişim kurabilmek için yerleştirilmiş telefon çalmaya başlıyor. Güven, çalan telefona cevap vermek için beni mutfakta yalnız bırakıp, kapıya doğru giderken, ben bir kez daha yaptığım bu salaklığa gülmeye başlıyorum. Mutfağa döndüğünde beni yerde oturmuş kahkahalar atarken bulan Güven de dayanamıyor kahkahalarımın bulaşıcılığına,  o da katılıyor bana. Kendimi toparlayıp, aklım biraz da olsa başıma gelince kahkahalarımın yerini büyük bir hayal kırıklığı alıyor.

''Aa ama aç kaldık.'' 

Aşağıya bükülen dudaklarıma bir öpücük kondurduktan sonra; ''Pizza falan söyleriz ya ne olacak.''

''..ama bugün özel bir gün.''

''Güzelim ne yapalım ama dışarı çıksakta güzel bir restoranda yer bulmayız ki, rezervasyonumuz yok.''

''Sanırım o işi ben halledebilirim.''

''Doğru paranın her kapıyı açtığını unutmuşum.''

      Doğruydu para, şimdilik her kapıyı açıyordu ancak benim aklımda beliren planın, parayla bir ilgisi yoktu. Bu yemeğin kömüre dönüşmesi bir yandan iyi olmuştu. Bu durum, birbirleriyle düşman olan, hayatımdaki iki önemli erkeğin birbirleriyle kaynaşması için güzel bir fırsata dönüşebilirdi. Biri sırdaşım, diğeri hayatımın aşkı olan bu iki adamın birbirlerine olan nefreti, ben Tanju Bey'le çalışmaya başladığımdan beri daha da artmıştı. Güven'i, Tanju Bey'in düğünümüze bile gelmesi konusunda çok zor ikna etmiştim. Düğün hazırlıkları sırasında Tanju Bey'in adeta bir organizatör gibi davranmaya başlamasıyla Güven’in hoşnutsuzluğu bir değil, bin kat daha artmıştı; neredeyse kendi düğününe katılmayacak kadar çok hem de. Bu nedenle gideceğimiz yerde bizi Tanju Bey ve kızının beklediğini tabi ki ona söylemeyecektim.

O saçlarını kurutmak için yeniden banyoya geçtiğinde, Tanju Bey'e geleceğimiz haber veren bir mesaj atıyorum.

İçerden sesleniyor: ''Nasıl bir yere gideceğiz, şık mı?''

''Şık.''

     Üzerime siyah payetli, belime oturan bir mini elbise geçirip, siyah ince çoraplarımı giyiyorum, altına kırmızı tabanlı siyah stilettolarımı geçirdikten sonra sade ancak kaliteli bir görüntüye bürünüyorum. Bazen yeni hayatıma adapte olma hızım, beni bile şaşırtıyor; sanki içine doğduğum hayat buymuş gibi, hiç sırıtmıyorum bu hayatın içinde artık. Islak olan saçlarımı sprey yardımıyla yapıştırıp, ensemde atkuyruğu yapıyorum. Dumanlı göz makyajımı da nude tonlarda bir ruj yardımıyla tamamladıktan sonra aynadaki görüntümü bir kez daha inceliyorum, ortaya çıkan sonuçtan memnun kalınca, onunda hazır olup olmadığını öğrenmek için banyoda hazırlanan Güven’e sesleniyorum. Siyah takım elbisesinin içine giydiği beyaz gömlekle klasik bir şıklığa bürünen Güven, adını duyup, banyonun kapısında belirince; aynaya yansıyan görüntüsü, hayran bakışlarımı kendi bedenimden onunkine doğru çekiyor. Onu daha detaylı inceleyince kravat yerine kullandığı yaka aksesuarı ve koluna taktığı oldukça pahalı saatinin tamamladığı şık görünümüyle, aynada yan yana duran bu iki şık insanın birbirlerini nasılda tamamladıkları geçiyor aklımdan.

‘’Hazır mısın?’’ diye sorunca, aşağı yukarı salladığı kafasından sonra bana doğru yürümeye başlıyor; elime uzattığı elini büyük bir memnuniyetle tutuyorum. Evimizden çıkıp, gözü gibi baktığı, ona ilk hediyem olan kırmızı Chevrolet'e bindikten sonra soruyor.

‘’Gizem Hanım, nereye gidiyoruz efendim?’’ 

        Bu yapmacık kibarlığı kıkırdamama neden oluyor. Tanju Bey’in verdiği kartviziti kucağımda duran çantadan çıkarıp, Güven’e uzatıyorum. Güven, elinde tuttuğu kartı birkaç saniye inceledikten sonra başka bir şey söylemeden arabayı çalıştırıp, kartın üzerindeki adrese doğru yola çıkıyor.

Hayatımın Teklifi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin