Bölüm 5

4.6K 165 4
                                    


       Kendimi, olmaktan en çok korktuğum yerde,  o kocaman malikânenin önünde buluyorum bir kez daha. Vücudum heyecandan titriyor. Biraz sonra bütün hayatım, hayatımız değişecek. Zile basıp, beklemeye başlıyorum. Kapıya gelmesi biraz zaman alsa da; sonunda pahalı takım elbisesinin içinde açıyor kapıyı, elinde kadifeyi andıran dokusuyla, kıpkırmızı bir gül…

         Kapının önünde yaptığımız kısa bir sohbetin ardından; o, içeri girebilmem için bir adım geri çekilince, giriş kapısından başlayıp salonda hazırlanmış masaya doğru uzanan, kırmızı bir halı gibi görünen kadifemsi gül yapraklarından yapılmış bir yolu, gözlerimle takip ettiğimde; bakışlarım, kapının tam karşısında kalan, mumlarla süslenmiş, mükellef bir sofraya ulaşıyor. Sabah bahsedip durduğu o büyük hazırlık, bu olmalı.

      Tüm bu hazırlığın içinde masanın etrafına konulmuş iki sandalyeden birinin üzerine bir kalemle birlikte bırakılmış kâğıt çekiyor dikkatimi. O kâğıdın üzerinde bir isim olmalı, benim bir türlü öğrenmeyi başaramadığım bir isim. Merak ediyorum, acaba farkında mı adını hala bilmediğimin? Belki de bilerek yapıyordur bunu. Belki de tüm bunları, ismini bile bilmediğim bir yabancıyla birlikte yaşamanın; tanıyıp, sevdiğim hatta saygı duyduğum bir adamla yaşamaktan çok daha kolay olacağını düşünmüştür benim için ya da bu, basit bir tesadüften başka bir şey değildi; ben hiç sormamıştım, o da hiç söylememişti.

         Salondaki gül yaprakları ve mumlarla hazırlanan görsel şölene doğru büyülenmiş halde çekilen bedenim,  salonun kapısından geçmeden hemen önce arkamdan sertçe kapanan kapının sesiyle yerinde sıçrıyor.

Kapıyı arkamdan kapatırken soruyor; ''Hazır mısın?''

''Hemen mi? Önce bir yemek yeseydik aç karnına zor olmayacak mı?'' Gerginliğimi espri yaparak yatıştırmaya çalışıyorum ancak bu bir işe yaramıyor…

                                                                                                ***

      Kapıyı ardımdan kapattıktan sonra, kendi kendime hasar kontrolü yapıyor, neler hissettiğimi anlamaya çalışıyorum. Şaşırtıcı bir şekilde buraya ilk geldiğim andan daha fazla gergin değilim. Kapının önünde, bu musibeti iyi ya da kötü, bir şekilde atlatmış olmanın rahatlığıyla, buz gibi soğuk havayı ciğerlerime doldurduktan sonra; onu, malikânesinde yapayalnız bırakarak, eve en yakın otobüs durağına varana kadar, yürüyebildiğim en hızlı şekilde yürümeye devam ediyorum. Havanın soğukluğu içimi titretiyor. Neyse ki çok fazla beklemem de gerekmiyor otobüsün gelmesini. Aslında zenginlerin yaşadığı bu semte, bu saatlerde otobüsler pek uğramaz ancak biraz önce yaşananları saymazsak şanslı gecemde olmalıyım. Her şey yolunda gidiyor ve otobüs umduğumdan çok daha erken geliyor. Otobüsün kırmızı ışığıyla gözümü alan saatine bakıyor ve saatin 20.22 olduğunu fark ediyorum. Gittiğimiz güzergâhta trafik yoğunluğu çokta fazla olmadığından ineceğim durağa saat 21.00 bile bulmadan vardığımı görünce, bu gece her şeyin ne kadar da hızlı akıp gittiği düşüncesi beliriyor aklımda.

                                                                                                     ***

      Kaderin kötü espri anlayışı sayesinde, bir kez daha geldiğim bu kapıyı istemeye istemeye çalmak zorunda kalıyorum. Parmağım, Murat’ın değil de üst komşusunun ziline gidiyor. Murat’ın dairesinin hemen üstündeki camdan kırklı yaşlarında bıyıklı bir adam uzatıyor kafasını;  ''Ne var?'' diyor bağırarak.

''Pardon yanlış oldu.'' diye karşılık veriyorum, kendimi sakin kalmaya zorlayarak.

       Küfürler ederek içeriye girip, ardından camı sert bir biçimde kapatıyor. Elimi, bu defa doğru yere, Murat’ın ziline uzattacakken, elli beş, altmış yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın beliriyor arkamda, ellerinde taşımakta zorlandığı poşetlerle.

Hayatımın Teklifi Where stories live. Discover now