26. Zehir

48 9 0
                                    




Şafak, göğün kenarından başlayıp usulca kendini göstermeye başladığında yaşam ve ölüm arasında olduğu söylenen ince çizginin, aydınlık ve karanlık arasında da olduğunu düşünüyordum. Birkaç dakika içinde dünya aydınlanırken karanlık hâkimiyetini aydınlığa bırakacak ve aydınlık onu hiç kaybetmeyecekmişçesine günün hükmünü sürecekti. Oysa akşam olduğunda karanlık geri gelecek ve ondan her şeyi geri alacaktı.

Hayat böyleydi. Eğer daima karanlık olsaydı denge bozulurdu veya aydınlık hep başa geçse düzen yıkılırdı. Güneş her akşam ölüp ertesi sabah yeniden dirilmese evren var olmaya devam edemezdi. İnsan da böyleydi. Kaderin karanlık tarafı bizi hiç terk etmese yaşamak çok zor olurdu, aydınlık ruhumuza uğramasa ve iyi şeyler kendini göstermese hayatta kalmaya devam edemezdik ancak aydınlık hep hüküm sürse de bu defa yaşamın kıymetini bilemezdik. Yaşanan her şey arasında bir bağ vardı, bu dengeyi koruduğumuz sürece hayat devam edecekti.

O dengeyi koruyan kilidi kırdığımda, koca bir evrenin kaderini değiştirdiğimden habersizdim. Göğsüme, acıdan aklını yitirmiş bir kadın tarafından asılan iki kilidi yitirmiştim, üçüncü kilide sıkı sıkı sarılıp onu da yitirmemek için kendimle bir savaş içindeydim fakat hislerim ne kadar çabalarsam çabalayayım bunun mümkün olmadığını ve o kilidin göğsümü sökmek pahasına kırılacağını söylüyordu. Kaderimde yazılandan kaçamayacağımı biliyordum; elimde olan tek şey başıma gelenlere karşı verdiğim mücadeleyi belirlemekti. Güçlü olup karşıma çıkan her şeyle savaşacak mıydım yoksa pes edip teslim mi olacaktım? Cevabı zaman verecekti.

Düşüncelerimin ağırlığı zihnimi epey yoruyordu ve son günlerde kendimi çok hasta hissediyordum. Geceleri sürekli kâbus görüyordum, uyandığımda ise çok yorgun oluyor ve yataktan çıkmak istemiyordum. Ciğerlerimi boğan bir his vardı; aldığım nefesler bedenime yetmiyor gibiydi. Yapmam gereken şeylerin çokluğu bir şekilde yataktan kalkmamı sağlıyordu fakat bu defa sürekli dalgınlaşıyor ve bir şeyleri unutmaya başlıyordum. Hekimler kemik ağrılarım ve halsizliğim için ilaçlar yapıyordu fakat pek işe yaradıklarını söyleyemezdim, kendimi gerçekten hasta hissediyor fakat bunu çevremdekilere yansıtmamaya çalışıyordum. Kendimi zorlamak bedenimi daha çok yoruyordu.

Malikânede yaşadığımız olayın üstünden birkaç hafta geçmişti. O günü hatırlamak her defasında göğsümü sıkıştırıyordu çünkü gerçekleri ilk defa yalın bir şekilde duymuştum ve içimdeki canavarın çıkışına o gün şahit olmuştum. Koca bir evi başımıza yıkarken, içimde yıkılan koca bir şehri herkesten gizlemeye çalışmıştım. Bir annenin feryadı yüreğimi dağlamış, küçük bir kızın bakışları içime kocaman bir yara açmıştı. Adri'nin annesi Neira'yı ve kardeşi Liona'yı oradan götürmek kolay olmamıştı, yol boyunca ağlamışlar ve geri dönmek istemişlerdi ancak izin vermemiştik.

Kaleye ulaştığımızda halimizi gören herkes büyük bir şok yaşamıştı, onlara durumu açıklayan Kayra'yı dinledikten sonra yaptıkları ilk iş önce benim yaralarımla ilgilenmek olmuştu ve ben tüm bu süreçte sadece susmuştum. Sanırım ben de bir şok yaşıyordum ve olanlara anlam vermeye çalışıyordum. Kendime geldiğimde verdiğim ilk emir o harabeye bir grup askerin gitmesi ve moloz yığınlarının altında kimsenin olup olmadığını kontrol etmeleri olmuştu. Adri'nin orada olmadığını biliyordum, onun sonu bu kadar basit olmayacaktı fakat yine de ailesinin içini rahat ettirmem gerektiğini hissediyordum. Saatler sonunda hislerimin doğru olduğunu, moloz yığınlarının altında kimsenin olmadığını öğrenmiştik. Adri yakında yeniden karşıma çıkacak ve bu karşılaşma oldukça şiddetli olacaktı ancak bunu düşünerek kendimi strese sokmak yerine halkın sorunlarıyla ilgilenmeyi tercih etmiştim.

Gelir ve giderleri yeniden hesaplamış ve bir düzenleme yapmaya karar vermiştik. Elbette bunlar benim tek başıma yapabileceğim şeyler değildi. Bendis'in önderliğinde bir grup kurmuş ve kraliyet görevlilerini bir araya toplamıştım. Ortak bir karara varmak kolay değildi fakat saatler süren toplantıların sonunda halkın yararına kararlar almayı başarmıştık. Her günüm bir öncekinden yoğun oluyordu, üstelik bunların yanında bir sürü ders görüyordum. Kılıç kullanmak, savaş sanatları, tarih... Öğrenmem gereken o kadar çok şey vardı ki hepsine yetişmeye çalışırken kendimi ihmal ediyordum. Kayra bu konuda bana çok kızıyordu ancak her şeyi halletmeye çalışmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Her an kötü şeyler olabilirdi ve ben yapmam gerekenleri yarım bırakmak zorunda kalabilirdim. Geçen her saniye aleyhime işliyordu, karanlık tamamen evrene çökmeden önce bu insanlar için bir şeyler yapmalıydım. Arkita meselesini hala çözememiştim mesela, o konu tüm krallıkları ilgilendiriyordu ve ortak bir karar almak zorundaydık. Yapabildiğim tek şey onlara yiyecek göndermek olmuştu, daha fazlasını yapamıyordum şimdilik.

VESTA SERİSİ I- Kırık Kilitler (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin