11. Bölüm: "Acıdan Doğan Lanet"

2.6K 232 70
                                    




🌙

Zaman, hiçbir şeyi farkında olmadan akmaya devam ediyordu. Saatler süren sancının ardından bir kadın çocuk doğuruyor, dakikalar içinde o çocuk dünyaya alışıyor ve saniyeler içinde minik kalbi atmayı bırakıyordu. Yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgi, tahmin ettiğimizden çok daha kolay aşılabiliyordu. Yeni doğmuş bir bebek kadar uzun ömrümüz var sanırken, kelebeklere meydan okurcasına kısaydı aslında ömrümüz. Farkında değildik, kimse değildi.

Karanlık bir zindanda ölümü düşünmek o kadar da tuhaf değildi aslında. Küf kokan duvarlar soluğumu keserken bir sonraki nefesi içime çekip çekemeyeceğimden bile emin değildim. Bu da aklıma ölümü getirmekten başka bir işe yaramıyordu açıkçası. Karanlığın korkunç elleri bedenimde dolanırken, sanki yerinden sökebilecekmişim gibi tuttuğum demir parmaklıklar tenimi yakıyordu.

Karanlıktan nefret ederdim. Hayatımın temeline gömülen o ölü gecenin izleri karanlıkla birlikte daha belirgin olurdu. Karanlığa inat parlayan mühürlü yaralarım kanar, saklamaya çalıştığım her şey gün yüzüne çıkardı. Ben, karanlıkta o küçük kız çocuğu olurdum yeniden. Ayaklarımın altındaki cesetleri gördüğümde hissettiğim o devasa korku bir kez daha göğsüme çöker ve kalbime baskı uygulardı.

Kendime engel olmak, titrememi bastırıp korkusuzca ayakta durmak istiyordum ancak kollarımı doladığım bedenim isteklerim yerine hissettiklerime uyuyordu. Sığındığım duvar kenarında küçücük kalmıştım ve ağlamayı bırakmış, öylece karanlığa dikmiştim gözlerimi. Babam hep gözlerimin karanlıkta parlayan mavi bir dolunay olduğunu söylerdi. Karanlıktan korktuğumu bildiği için bu benzetmeyi yaptığını farkındaydım; karanlığı aydınlatmak yerine daha çok kararttığım ise ortadaydı.

Buraya kapatılalı ne kadar vakit geçtiğini hesaplayamamıştım. İki saatten fazlaydı, üç saati geçip geçmediği konusunda ise kararsızdım. Buradaki tek mahkûm ben değildim, birkaç kişi daha vardı ancak meşaleler o kadar az ışıtıyordu ki etrafı onları göremiyor, yalnızca seslerini duyuyordum. Bana seslenmişler ve ardından zırlamayı kesmemi söylemişlerdi. Ardına sığındığım soğuk duvarları aşamayacaklarını umarak rahatlamaya çalışıyordum ama kolay değildi; belkide azılı katillerle aynı yerde nefes alıyordum ve bunu düşünmek damarlarımda dolanan kanın bile buz gibi olmasına neden oluyordu.

Yorgun bir şekilde başımı dizlerime yaslayarak geçirdiğim saatlerin sonunda, zindanın girişinde bulunan kapı gürültüyle açıldı ve irkilerek ayağa kalktım. Açılan her kapıda aynı şekilde ürkeceğim ortadaydı; kapılar ölüme açılabilirdi. Uzaktaki meşalelerin aydınlatabildiği kadarıyla bir şeyler görmek istiyordum ancak mümkün değildi; karanlık, gözlerimin üzerine çökmüş bir lanet gibiydi.

Adım sesleri duydum, biri olduğum yere doğru yaklaşıyordu. Bedenimi arkamdaki duvara yaslayıp, ellerimle duvardan destek aldım ve nefesimi tuttum. Adım sesleri kesildiğinde demir parmaklıkların önünde bir siluet belirmişti; kim olduğunu ise bilmiyordum. Birkaç saniye bekledi, ardından orada olduklarını dahi bilmediğim tüm meşaleler kendiliğinden tek tek yanmaya başladı. Ağzım kocaman bir "o" şeklini alırken tuttuğum nefes o boşluktan dışarı çıkmıştı.

Kayra karşımdaydı.

Göğsümün içinde ürkek bir şekilde bekleyen kuş, gelenin Kayra olduğunu farkedince deli gibi çırpınmaya başladı. Kemikten kafesi kırıp kaçmak, özgürlüğe kanat çırpmak istiyordu. Küçük birkaç adım atıp parmaklıkların önüne geldim ve başımı kaldırıp yüzüne baktım. Yaptığı ateş şovuyla zindan aydınlanmıştı ve içinde hüküm süren gücü yüzünde bir gölge gibi parlıyordu.

"Çıkıyor muyum buradan?" diye sordum umutla. Saatlerdir konuşmadığım için çatlayan sesimi işitmek tuhaf gelmişti. Gözlerine dikkatli bir şekilde bakarak gölge ve alevin sarmaş dolaş dans ettiği irislerinde bir parıltı aradım ancak zümrüt yeşillerinde boş bir duvar var gibiydi. Omuzlarım düştü, gözlerimi kapayıp birkaç saniye bekledikten sonra açtım. "Buradayım, değil mi?"

VESTA SERİSİ I- Kırık Kilitler (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin