(48) Ruh Kapanı.

88K 9.1K 23.4K
                                    

Bazen en büyük çözüm en aptalca olanıdır. Gediz ve Hafız'da buna benzer bir şeyler yapmışlardı. Hiç normal olmayan bir yola başvurarak bu soruna kısa süreliğine bir çözüm bulmuşlardı. Doğa'dan öğrendiğime göre Asil'den önce Nazım'ı bulmuşlar ve onu kalenin depolarından birine kilitlemişlerdi. Neyse ki benim yardımıma gerek kalmadan bu sorunu hallettiler. Ellerini ve ağzını bağlayıp zavallı adamı depoya kilitlemek tam da onların bulacağı bir çözümdü. Her neyse en azından düğün bitene kadar onu Asil'den korurlardı zaten daha sonra kendi klanına döneceği için bu konu kısa sürede unutulurdu. Nazım sorunu da ortadan kalktığı için gönül rahatlığıyla çiçek bahçesine gelmiştim. Beyaz güllerin olduğu yere oturup iç çekerek onları izliyordum. Burası kalenin kasvetinden kaçtığım tek huzurlu yerdi. Elimi uzatıp güllerden birinin kadife yaprağına dokununca gözlerim doldu. Artık eskisinden daha çok kendi dünyama dönmek istiyorum. Teselliyi bir başka erkeğin kollarında arayacağımı düşünmüştü. Beni ısrarla başka kollara ittiği hâlde bunu yapmayı kendime yakıştırmıyordum.

Dayanamayıp beyaz güllerden birini kopardım. "Pişman," diye fısıldadım. "O, bu tür çocukluklar yapmayacak kadar olgun biri. Onu tanıyorum böyle biri değil ki." Gülü burnuma bastırıp kokusunu içime çektim. Herkesin bir Eşref saati olurdu sanırım Savcı'nın ki de böyle bir şeydi çünkü ben çocukça kaprisleri olan bir adamı sevmemiştim.

Gülü burnumdan çektiğimde beyaz yapraklarına damlayan kanı gördüm. Anlaşılan yine burnum kanamıştı. "Beni beslenmeye zorlayamazsın..." Son günlerde artan baş ağrılarımın sebebi aslında migren değildi, değil mi? Nasıl bir ölümsüzün migreni olabilirdi ki? Lanetime direndikçe bana bunu yapmaya devam edecekti ve ben sekiz aydır beslenmiyordum.

Gülü kenara bıraktım ve elbisem kirlenmeden hemen çantamda mendil aradım. Sahip olduğum son mendili dün gece ki kanama da kullandığım için bulamadım. "Harika!" Sinirli bir şekilde elimle burnumu sıkacağım esnada güneşimi kapatan bir gölge önümde belirdi. Daha sonra bir ayağının üzerine diz çöküp cebinden çıkardığı mendili burnuma bastırdı. "Sekiz aydır hiç beslenmiyorsun değil mi?" Evet, bu gelen Savcı'dan başkası değildi.

Benimle konuşmak için deli gibi bahane arıyordu.

Ondan uzaklaşmak için ayağa kalkacağım esnada omuzlarıma bastırarak kalkmamı engelledi. "Kanaması durana kadar kıpırdama." Bir eli omuzlarımdayken diğer eli mendili burnumda tutuyordu.

"Sizinle burada karşılaşmak ne garip tesadüf?" Büyük bir kinaye taşıyan sözlerimden sonra sıkıntıyla soludu. "Tesadüf değildi seni arıyordum." Bunu biliyordum fakat itiraf etmesini beklemiyordum.

"Neden? Yeni hakaretler mi aklınıza geldi? Gördüğünüz gibi hâlâ teselliyi farklı kollarda aramadım." Ruhu pişmanlık içinde kavrulurken, daha önce hiç yapmadığı bir şey yaptı ve utanç içinde bakışlarını kaçırdı. "Fazla fevri davrandım beni affetmen mümkün mü?" Kendince benden özür mü diliyordu?

"Affetmem için önce kırılmalı ve üzülmeliyim." Burnumun kanaması durunca başımı geriye çektim. Elindeki mendili alıp kalan kanları sildikten sonra mendili avucuna tutuşturdum. "Her ikisi de olmadığına göre affedecek bir şey yok." Yerdeki gülü aldım ve onu diz çöktüğü yerde bırakıp kaleye doğru yürüdüm. Doğru düzgün özür bile dileyemiyor!

"Senin için bu kadar güç mü?" Arkamdaki sesini duyunca adım atmayı bırakmıştım. "Üzüldüğünü, incindiğini kabul etmek bu kadar zor olmamalı!"

"Size olan duygularım beni incitir mi sanıyorsunuz?" Gülerek ona doğru döndüm. "Ben Elzem Akay'ım ve bu dünya üzerinde beni sarsacak bir şey olamaz." Omuzlarımı dikleştirip gözlerine baktım. "Bir deprem olacaksa bu benim tarafımdan olur ve enkaz altında kalan ben olmam." Saçlarımı savurup ona sırtımı dönerek yoluma devam ettim. Evet, kahretsin ki çok incinmiştim!

MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now