(23) Küçük Baş Belası.

110K 9.2K 17K
                                    

Önce kızdırıyor hemen arkasında gülümsetiyor, fazla garip bu kadın. Farklı ve merak uyandıran bir büyüsü varken ona nasıl herkes derdim?

Bir hata sizden neler alabilirdi? Küçük bir hatanın bedeli ne kadar ağır olabilirdi? Suçluluk muydu beni kendi ailemden uzak tutan? Onlardan kaçmamın sebebi tam olarak neydi? Her birinin yüzüne bakarken kendime olan nefretim çığ gibi büyüyor pişmanlığım beni ezip geçiyordu. Hata neydi? Bilinçli olarak yaptıklarımız mı? Yoksa sonuçlarını düşünmeden bilinçsiz olarak yaptıklarımız mı? Bazen söyle bitsin bu işkence diyordum ama hemen sonra bundan vazgeçiyordum. Aslında bunu istiyorum yıllardır süren bu azabın bitmesini istiyorum. Gevheriler artık her şeyi bilmeliydi çünkü o olaydan sonra onların oğulları olmak işkenceye dönüşmüştü. Beni kendi çocuklarından hiç ayırmayan o ailenin gerçekleri bilmesine çok az kalmıştı. Oğulları olmak benim için ağır bir yük haline gelmişken kaçtığım onlar değildi ben yüzleşemediğim hatalarımdan kaçıyordum. Gerçek babamı hiç hatırlamıyorum ancak Cihangir Gevheri bana her oğlum diye hitap ettiğinde onda bulduğum sıcaklık onu babam yaparken buna artık dayanamıyorum. Hepsinden kaçmak çözüm değildi ancak gerçekleri benden öğrenmeyecekler. Gerçekler sadece haftalar sonra onlara gelecekti.

"Ne yazıyor efendim?" Takva'nın sesi beni pişmanlık dolu düşüncelerimden uzaklaştırırken elimdeki mektubu ona uzattım. "Kendin oku." Bu sabah Gediz'in annesi bir ulakla bana bu mektubu göndermişti. Hiç bir zaman beni kendi öz oğullarından ayırt etmeyen kadın, bana olan özleminden bahsederken festival gecesi yeterince vakit geçiremediğimiz için dert yanıyordu. Her mektubunda olduğu gibi beni yine eve çağırırken oraya gideceğimi sanmıyorum.

"Sizi gerçekten çok seviyor, annenizden daha çok mektup gönderiyor." Tebessüm ederek okuduğu mektubu bana uzattı. "Her hafta düzenli olarak mektup göndermesi şaşılacak şey." Benimle ilgili olan her şeyi bilirdi çünkü Takva'yı yanımda hiç ayırmazdım. Benim sağ kolum olan kadın bir köleden çok benim için arkadaştan öteydi.

"Kaç yıl oldu?" Her ikimizde uçurumun kıyısına oturmuş boşluğa bakarken, "Kaç yıldır benimlesin?"

"Uzun zamandır efendim, çok uzun zamandır." Bir faninin yaşayacağı yılların hepsinden daha fazla olmuştur.

"Bülbül ile nasıl geçti?" Dün tüm gün onunla birlikteydi neler olduğu hakkında ne yazık ki bazı tahminlerim vardı.

"Onu orada buldum, neden kendisine acı veren bir yeri geçmişinde bırakmadığını anlamıyorum." Geçmiş sandığı gibi kolayca unutulup geride bıraktığımız bir şey değildi.

"Onu çocukken akademiye satan şu adam? Onun kim olduğunu biliyor musun?"

"Hayır efendim." Bülbül ruhsuz değildi aksine herkesten daha fazla kırılgandı. Bir yerden sonra duygularını içine gizleyip kabuğuna çekilmişti. Ağlayıp yalvardıkça kaybettiklerine bir daha asla sahip olamayacağını bir yerden sonra anlamış herkesten umudunu kesmişti.

"Ama sizi seviyor, hatta bir tek sizin yanınızda somurtmayı bırakıyor."

"Sebebi geçmişteki pişmanlıklarımız." O yapamadıkları için pişmanlık yaşarken ben yaptıklarımdan dolayı.

Ayağa kalktığımda gitme vakti gelmişti. O hâlâ otururken her defasında sormayı unuttuğum soru yine aklıma gelmişti. "Takva?" Ona doğru döndüm. "Bu ismi sana kim verdi? Anlamı günahtan kaçma ama telaffuzu bir isim için garip." En nefret ettiği soru. Kaşlarını çatınca gülerek önüme döndüm. "Bir azize değilsin ismin seni yansıtmıyor." Hayır öyleydi fakat bir tek sinirlendiğinde o çekingen tavrından çıkıyordu.

"Belkide anlamı vazgeçilmez olan bir isim bulmalıyım değil mi efendim?"

"İsmin sana çok yakışıyor Takva."

MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now