26

2.8K 308 170
                                    

the rose - red

Karanlık bir ortam, beyaz alana aktarılan bir görüntü...

Evet, Soo Jung'un isteği üzerine sinema salonundaydık. Henüz varlığından bile haberim olmadığı bir animasyon filmini izliyorduk, neyse ki biraz sonra bitmek üzereydi. Soo Jung çoktan uyumuştu çünkü. Daha bugüne kadar hiçbir filmin sonunu getirdiği söylenemezdi. Eh, biz de Seul Mi'yle beraber bir sürü animasyon izlemiştik. Fakat bu farklıydı.

Boşandıktan sonra Seul Mi'yle hiç karşılaşmamıştım neredeyse. Soo Jung bende kalacağı zaman okul çıkışı onu alıyor ve eve dönüyorduk. Pazartesi gününün sabahında ise okuluna yeniden ben bırakıyordum. Gerçi eskiden sürekli ben bırakırdım ama boşandıktan sonra servis ayarlamanın daha mantıklı olduğuna karar vermiştik. Yine de benimle kaldığı zamanlar servis gelmiyordu. Ben de kızımı okula bırakır bırakmaz Seul Mi'ye mesaj atıyordum, hafta sonu gelene kadar yeniden Seul Mi'yle beraber kalıyordu.

Bir çocuk için gerçekten hoş olmayan bir karmaşanın içerisine girmişti Soo Jung. Ama ne yapabilirdik ki? Biz de evliliğimizi yürütemiyorduk, üzerine yürütmeye çalıştıkça ailemize iyice zarar veriyorduk. Hem biz kötü ayrılmamıştık. Ve boşandıktan sonra ilk kez olsa bile Seul Mi'yle beraber Soo Jung'u sinemaya getirmiştik. Bu durum karşısında kızımız ise sevincini oldukça belli ediyordu.

Derin bir nefes alıp elimde tuttuğum telefonumun tuş kilidini açıp, karanlık ortamda gözümü aldığı için ekran parlaklığını azaltmıştım. Telefonuma bakmak istememin nedeni hem sıkılmış olmamdı, hem de bu izinli günümde Jimin'le daha hiç konuşamamız olmamızdı. Onu aramayı ve beraber bir şeyler yapmayı teklif etmeyi düşünüyordum. Lâkin, hafta sonuydu işte. Soo Jung'un bana geleceği zamandı. Eh, Soo Jung'da huysuzluk yaparak anne ve babasıyla sinemaya gitmek istemişti. Biz de el mahkum kabul etmiştik. Çünkü nedendir bilinmez Seul Mi buna pek sıcak bakmamıştı. Şu an bile bu durumdan memnun olmadığı o sıkılgan duran surat ifadesinden belli oluyordu.

Belki de ne yapacağımızı pek kestiremeyişimizden kaynaklıydı bu durum. Sonuçta sürekli evlenip, sorunlar yaşayıp, boşanan insanlar değildik biz. Boşandıktan haftalar sonra karşı karşıya gelmiş olmamız onu germiş olabilirdi. Ne yalan söyleyeyim ben bile gerilmiştim. Bilmiyorum, o gün mahkemede ikimizde ayrılmak istediğimizi dile getirdiğimiz o an birbirimize attığımız o bakışlar, biraz garipti. Bir anda yabancılaşmış gibiydik birbirimize.

Aklımdaki düşünceleri def etmeye çalıştım. Çünkü bunları düşünmek bana yarar sağlamayacaktı. Aksine kafamı meşgul edip duracak, zamanla beni rahatsız hissettirecekti. Sonuçta Seul Mi hala kızımızın annesiydi. Gerilmeme gerek yoktu, ya da birbirimize yabancılaşmanın da bir anlamı yoktu. Bu yüzden üzerinde durmamaya özen göstererek gözlerimi telefonumun ekranında gezdirdim. İki arama bildirimim, bir de mesaj bildirimim vardı. Kim olduğu belliydi, bu yüzden mesaja girmiştim direkt.

Bugün içerisinde müsait olup olamayacağımı merak ettiğini belirten mesajını okurken dudaklarım kıvrılmıştı. Bunu soruyordu çünkü hafta sonu olduğunu biliyordu. Çünkü Soo Jung benimle kalıyordu. Gerçi ona henüz ilişkimizi kızıma belli etmememiz gerektiğinden bahsetmemiştim. Eh, karşımdaki insan da çocuk değildi. Neyin ne olduğunu bildiği için müsait olup olmadığımı sorguladığı da belliydi.

Ama ne yazık ki, bugün görüşemeyecektik. Çünkü muhtemelen yemek yiyip, biraz da oyuncaklarla oynadıktan sonra eve dönecektik. Kızımla olmaktan mutluydum elbette. Onu hafta boyu göremiyordum ve deli gibi özlüyordum. Çünkü biz bu kadar bile ayrı kalamazdık. Gerçi Seul Mi hiçbir zaman bana kızımı görmemle alakalı bir kısıtlama koymamıştı. Yine de işlerimin yoğunluğundan kaynaklı hafta içi Soo Jung'u ziyaret etme gibi bir imkânım olmamıştı maalesef. Bu yüzden hafta sonları benim için önemliydi.

aporia あ vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin