3 ➳ 'platonik aşk'

3.1K 302 235
                                    

'Her sabrın bir uçurumu vardır. İnsan sabrını zorladığını değil, sabrını zorlayanı sever.'

🌼🌼🌼

Araba geçtikten sonra bile dakikalarca merdivenin bir köşesinde beklemiştim. Kalbim hala deli gibi çarpıyordu. Daha önce ölümle bu kadar burun buruna geldiğimi hatırlamıyordum.

Elimi kalbimin üzerinden çektim ve başımı uzatarak ıssız sokağa baktım. Bu da neydi böyle cidden? Umarım bir sarhoştan başkası değildir, diye geçirdim içimden. Yoksa beni çok daha büyük bir bela bekliyor demek olurdu.

Sertçe yutkundum ve hızlı adımlarımla sokağa çıktım. Derin bir şekilde düşünmeye başladım. Diyelim ki sarhoş biri sürmüyordu  arabayı, tamamen bilinçli yapılmış bir hareketti. Kim, beni neden öldürmek isterdi ki? Kimseye zararım bile yoktu.

Hatta birkaç kişi dışında kimseyle sohbetim yoktu. Babamın işleri ile alakalı bir mesele mi acaba diye düşünsem de mantıklı gelmiyordu. Bu durum beni neden alakadar ederdi ki?

Holdingin tek varisi olduğun için seni alakadar edebilir, Jeon salak Jungkook.

İç sesimi görmezden gelmeye çalışsam da dediği şu an bana mantıklı gelmişti. Yine de henüz bir liseliydim.

Evet ama liseli olmana rağmen sahibi olduğunuz mağazanın reklamlarında boy boy fotoğrafın var, Jeon geri zekalı Jungkook.

Bu da mantıklı gelmişti. İç sesimin beynime mırıldandıkları gerçekçi gelmeye başladıkça daha da korkuyordum işin açığı. Çünkü bu, ölme ihtimalimi artırıyordu. Ah, Tanrı aşkına! Henüz 17 yaşında bir ergendim! Beni öldürmek dünyada hiçbir değişikliğe sebep olmazdı ki.

Derin bir nefes aldım ve büyük siyah kapıdaki şifreyi girmemle birlikte küçük bir sesle birlikte evimizin büyük siyah kapısı aralandı. İçeri geçtikten sonra tedirgince etrafa bakıp kapıyı hızla kapattım.

"Jeon Jungkook!" Annemin sesini duyunca neredeyse olduğum yerde zıplıyordum. Zaten az önceki olaydan beri hala tam olarak sakinleşebilmiş değildim, bir de üzerine annem akşamın bu karanlığında bir anda bağırmıştı.

Arkama döndüm ve kollarını göğsünde kavuşturmuş ikinci kattaki terastan bana bakan anneme gözlerimi çevirdim. 

"Okul çıkış saatin, iki saat önce değil miydi?" Tehditkar bir şekilde başını yana eğdi. 

Birincisi geçen sene iki saat önceydi, yeni düzenlemelerle birlikte bu şu ana göre üç saat önce olması gerekiyordu. İkincisi ise her pazartesi, çarşamba ve cuma dans çalışmam vardı.

Yani tüm bunlar, hayatımdan bihaber olan annemin şu anda eve geç gelmeme kızmış olmasının tuhaflığını ortaya seriyordu.

Giriş kapısına doğru yürürken "Dans çalışmam vardı," diye seslendim. Çok umurunda olduğunu da sanmıyordum. Belki de annelik içgüdülerini tatmin etmek için falan sormuştu.

İçeri girdiğimde beni dışarıya nazaran sıcak bir hava dalgası karşıladı. Odama gidene kadar yumuş yumuş olmuştum resmen. Sıcaklık karşısında çok hızlı bir şekilde mayışma potansiyeline sahiptim.

En üst kattaki odam, üçüncü kattaki tek odaydı ve koridorun sonundaydı. Kattaki tek oda olmasını seviyordum böylece, diğer aile üyeleriyle pek karşılaşmıyordum ve sanki sadece bana ait bir evdeymişim gibi hissediyordum.

İçeri girer girmez siyah çantamı kenara fırlattım ve üzerimdeki ceketi de çıkarıp yanına gönderdim. Kendimi sırtüstü, geniş siyah renkteki yatağıma attım. Böylece uyuyabileceğimi düşünsem de tabii ki hayat önüme engeller koyacaktı. Telefonumun melodisini duyunca elimi cebime attım ve kimin aradığına bakmadan aramayı cevapladım.

𝗹𝗼𝘀𝘁 𝗺𝗲𝗺𝗼𝗿𝗶𝗲𝘀'ʳᵒˢᵉᵏᵒᵒᵏ'Where stories live. Discover now