special episode » seolhyunari

1.2K 144 56
                                    

*Seolhyun özel bölüm dedim ama hem Seolhyun hem Suho özel bölüm sayılır gibi bir şey. Yani ikisinin geçmişinden bahsediyor birazcık.

| SEOLHYUNARI ÖZEL BÖLÜM | (50K ÖZEL ♥ 

Suho ile çocukluğumdan beri tanışıyorduk. O, üvey abim Baekhyun ve kuzeni Sehun ile arkadaş olmadan önce ikimiz en iyi arkadaştık. Ama erkekleri bilirsiniz, erkek arkadaşlarıyla fazla vakit geçire geçire beni unutmaya başlamıştı. Artık sadece bir tanıdık gibi yolda birbirimizi gördüğümüz zaman birbirimize selam vermeye başlamıştık. Nasıl bir anda bu kadar aramız açılmıştı başta fark edememiştim bile. Erkekler ve onların aptal oyunları... Beraber futbol oynamaları her şeyden çok önemliydi. Sürekli vakit geçire geçire artık onlar Suho'nun her şeyini bilir hale gelmişlerdi. Ben ise gün geçtikçe ona daha da çok yabancılaşıyordum. Sonunda yalnızlığa dayanamadım ve kendimi oyalayacak bir şeyler aramaya başladım... 

O zamanlar Sarang isimli bir melezin önerisi ile Artemis'in Avcıları'na katıldım. Artık Artemis Avcıları benim en yakın arkadaşım hatta ailem haline gelmişti. Suho bir Artemis avcısı olmaya karar verdiğimi duyduğu zaman afallamıştı. Ne zaman onlarla yakın olduğumu sorup durmuştu. Ondan uzaklaştığımı söylemişti ancak uzaklaşanın kendisi olduğunun farkında bile değildi. Bu tartışmamız yüzünden zaten açılmakta olan mesafemiz iyice büyümeye başlamıştı. Artık o kendi grubuyla, ben kendi grubumla takılıyordum. Daha sonra Suho kampın lideri, Bay Lee'nin sağ kolu olunca aramızdaki uçurumun daha da büyüdüğünü hissettim. Artık sadece eski bir arkadaştık birbirimiz için. Her ne kadar kabul etmesem de olan buydu. Suho'yu kaybetmiştim. Önce üvey abim Baekhyun ve onun kuzeni Sehun'a, daha sonra kampa yeni gelen kız Hyejeong'a... 

O kız kampa adımını attığından beri Suho bir dakika olsun onun yanı başından ayrılmamıştı. Bir zamanlar benim yerime tercih ettiği üvey abim ve onun kuzeninin yerine şimdi bu kızı tercih eder olmuştu. O kızdan hoşlanıyordu... Hayır daha kötüsü, ona aşık oluyordu. Gözü o kızdan başka hiçbir şeyi görmüyordu. 

Eğer onu yeniden elde etme şansım olsa bile onu da yitirmiştim. O kız, herkesin Nymeria olarak adlandırdığı yeni kız kampa ilk geldiği gün bayrak yarışı yapıldığında Suho ile beraber rakip takımdaydı. Ilk kez böyle şeyleri yaşadığı için güçsüz ve tecrübesizdi ve ben bundan faydalanmak isteyerek onun üzerine yürümüştüm. Kılıcımla yüzünü, kollarını ve bacaklarını yara bere içinde bırakmıştım. Ancak Suho onu hayatı pahasına korumuştu ve bu beni oldukça rahatsız etmişti. Suho'yu düşünürken bir anlık boşluğuma denk gelerek kız yerdeki kılıcı alarak beni yüzümden yaralayıp gitmişti. Suho ise avcı arkadaşlarım ile savaşıp hemen ardından onun peşinden koşturmuştu. Daha ilk günden... Daha ilk günden işlerin bu raddeye geleceğini anlamıştım ve bu yüzden o kızla tanışmak istemiştim. 

O kız, Nymeria olaylarından  tamamen habersizdi. Bu kampta başına neler gelebileceği hakkında en ufak fikri yoktu. Saftı... Saf ve iyi bir kızdı. Onu kıskançlığım yüzünden kırmayı ve onunla aramın kötü olmasını istemedim. Bu yüzden en iyi halimi takınarak onunla konuştum. Daha sonra Suho'nun yanımıza geldiğini görmemle yanından ayrıldım ve bir daha o kızla konuşmadım. Görmezden gelmeye çalıştım... Belki o kızı görmezsem bir şey olmaz sanmıştım ama öyle olmamıştı.

Yıllardır bana selam vermek dışında benimle muhabbet etmeyen Suho bir gün kendini benim kulübemde bulmuştu. Gözleri kıpkırmızıydı. Ağlamıştı. Hemen onu içeri alıp ne olduğunu sorduğumda "Hyejeong oldu." demişti sadece. Ve ben anlamıştım... Suho o kıza geri dönülmez bir şekilde aşık olmuştu. İşin kötü yanı benimle yıllardır konuşmayıp bugün sadece onu anlatmak için gelmişti yanıma. Benim nasıl olduğumu merak etmemişti bile. Tek düşündüğü şey o kızdı. O kızın her ne kadar iyi kalpli biri olduğunu bilsem de o an o kızdan nefret etmiştim. Çünkü Suho'yu ilk kez gözyaşı dökerken görüyordum ve bu o kız içindi... Bu yüzden ondan nefret etmeme engel olamamıştım. 

Suho'nun yanına oturup "Olanları bana anlatmak ister misin?" diye sorduğumda  "Sadece..." diye mırıldanmıştı. "Bana sarılır mısın? Eskiden olduğu gibi?"

O an boğazıma bir yumru indiğini hissettim. Küçükken onun ya da benim moralim bozuk olduğu zaman sadece durup birbirimize sarılırdık ve her şeyin düzeleceğine inanırdık...

Hiç tereddüt etmeden ona sarıldım. Her şey bir an için huzur vericiydi. Sadece kısa bir an. Suho'nun tişörtüme damlayan gözyaşlarını hissetmeden önce huzur vericiydi... Onun Hyejeong'a olan aşkını anlatmasından önce huzur vericiydi...

"Onu daha ilk gördüğüm an ondan etkilendim. Uzun turuncu saçları... Daha önce kimse de görmediğim o turuncu saçları... Bakışlarındaki korku ve saflık. Ürkek, küçük bir kız çocuğu gibiydi ve beni en çok çeken şeydi masumiyeti. Farkına bile varamadan ona aşık oluverdim. Öylece... İstemeden... Ona aşık oldum." 

Ne diyeceğimi bilemez halde yutkundum. Çocukluk aşkımın kalbi paramparça haldeydi ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sözleri canımı yakıyordu. Ama canımı daha çok yakan şey onun da canının yanmasıydı. 

"Canım çok yanıyor Seolhyun... Kalbim acıyor. " diye fısıldadı hıçkırıkları arasından. 

"Geçecek. Zamanla geçecek. " diye avutmaya çalıştım. 

Zamanla geçecekti elbette. Ama bu zamanın ne kadar uzun olacağı ona bağlıydı...

Melez ϟ KampıWhere stories live. Discover now