§ Yirmi Beş §

16.2K 838 220
                                    

"Kalkın!" Kapının alacaklı gibi çalınmasıyla yatakta sıçradım. Benim sıçramamla Anka'nın da sallanması ve söylenerek kalkması bir olmuştu. Şu anda kapıyı kimin çaldığını bilmiyordum ama onu öldürmek istiyordum.

"Bu kim lan?" Anka kalkıp kapıyı açtığında karşımızda Ekin duruyordu. Hemen kendimi yataktan attım ve tuvalete geçtim. Her odada -zaten iki tane oda var- tuvalet olduğu için şükrediyordum. Sonuçta çocuk beni böyle görüp korkmasındı, değil mi ama?

"Ne var Ekin? Hayır yani sabahın köründe kaldırmanız için cenaze falan olması lazım! Kim öldü? Selim, Ateş, Can..."

"Kimse ölmedi. Sadece kalkıp kahvaltı hazırlamanız lazım. Ayrıca güneşin doğuşunu izleyeceğiz birlikte. O Derin'e de söyle, benden kaçmasına gerek yok." Kapının kapanma sesini duyduğumda tuvaletten çıktım. Anka yüzüstü yatakta yatıyordu. Onu dürtmek yerine sırtına vurdum.

"Ben uyandıysam sen de uyanmak zorundasın!"

"Ya siz örgüt müsünüz kardeşim? Bir salın insanı!" dediğinde arkasına geçtim ve bacaklarından tutup çektim. Düşmemek için yatağa tutunmuştu. Artık uykusunun açıldığını tahmin ediyordum.

"Ağlamak istiyorum!" diye haykırırken aynı zamanda tuvalete doğru yürüdü. Ben de Anka Ekin'le konuşurken rutin işlerimi hallettiğim için giyinmeye başladım. İçime mavi bikinimi, üzerime de beyaz pareomu giydiğimde hazırdım. Fazladan giyinme derdimiz olmadığı için burası aşırı rahattı.

"Anka ben çıkıyorum!" diye bağırdım. İlk başta ses gelmeyince orada uyuduğunu düşünsem de sonradan o da bağırdı.

"Tamam, defolabilirsin." Ona gözlerimi devirip odadan çıktım. Yukarı çıkan üç beş basamaklık merdiveni de geçtikten sonra güneş yüzüme vurdu.

"Günaydın!" diye bağırıp koltuklardan birine oturdum. Ateş gelip yanağımı ısırınca ufak çaplı bir çığlık atsam da sonradan tokat attığım için ödeşmiştik.

"Saat kaç abicim?"

"Attığım tokadı nasıl örtbas edebilirim?" Sesini inceltip beni taklit edince gülmeden edemedim.

"Hayır, güneş yeni doğuyor. Ve beni bu kadar erken kaldırdıysan," diyerek işaret parmağımı Ekin'e yönelttim. "Seni öldüreceğim."

"Saat henüz altı. Birazdan Berk bir koyda duracak, o zaman beni boğabilirsin. Bir de kahvaltıya el atar mısın? Can reçeli parmaklıyordu da en son." Kaşlarımı çatıp arkama döndüğümde Can da şaşkın şaşkın bize bakıyordu. Suçlu gibi de diyebilirdik tabii.

"Sadece vişne reçeli mi yoksa çilek reçeli mi anlamaya çalışıyordum. İyilik de yaramıyor bu devirde." diye yakındı Can. Gülümseyerek ayaklandım ve onu kovdum. Omleti yapıp kahvaltılıkları koydum. Çayı da termosa koydum. Çünkü soğumasındı. Uzaktan masayı süzdüm. Benim elim değdiği için aşırı güzel olmuştu. Annem hep beceriksiz olduğumu söylese de içimdeki Vasfiye teyzeyi henüz tanımıyordu.

"Açlıktan ölmek üzereyim!" Bağırarak merdivenleri çıkan Anka tüm dikkatleri üzerine toplamıştı. Ama pek umurunda gibi görünmüyordu. "Bu güzel koku... Yemek için sabırsızlanıyorum! Kahvaltıyı kim hazırladı?"

"Ben." dediğimde güldü.

"Hayır, ciddi soruyorum."

"Tamam. Ben de ciddi söylüyorum." Anka sorarcasına herkese tek tek baktığında onu onayladılar. Ardından bana döndüğünde, "Sen benim içimdeki hamarat kızı daha tanımadın." dedim. Ne varmış canım on yedi yıldır hamaratlığımı sakladıysam?

Yaz KampıWhere stories live. Discover now