§ Otuz Dört §

14.6K 727 248
                                    

Ertesi gün sabah on ikide kalktım. Hatta öğlen desem daha doğru olurdu. Gece -hatta sabah- otele altıda döndüğümüz için on ikide kalkmam bile bir mucizeydi. Kalkmayabilirdim sonuçta.

"Günaydın!" diye bağırdım. Anka'nın uyanmadığını biliyordum. Zaten o yüzden bağırıyordum. E, iyi arkadaş olmak bunu gerektirirdi.

"Günaydın ama!" Tekrarladığımda Anka yatakta zıpladı ve yere düştü. Onun bu haline gülerken hâlâ olanları algılamaya çalışıyordu. Ayağa kalkıp başına dikildim ve elimi uzattım.

"Ne oluyor be?" dedi gözünü kaşırken. Çok komik göründüğü için güldüm. Gözlerini tam olarak açamıyordu. Biri açık, biri kapalı etrafa bakmaya çalışıyordu.

"Ne gülüyorsun? Kaldır beni." Elimi tutup kalkmaya çalışınca dengemi sağlayamadım ve yeri boyladım. Sinirle söylenirken kaşıma denk gelen sehpaya sövmeyi de ihmal etmiyordum.

"Ne çekiyorsun?"

"Tutarsın sandım ama sandığım kadar güçlü değilmişsin." Gözlerimi devirip yavaşça kalktım ve onu da kaldırdım. Acıyan kaşıma hafifçe dokunduğumda elime bir sıvı geldi. İrice açılan gözlerimle parmağıma baktım. Harika! Kaşım patlamıştı.

"Ağla." Anka yanımdan geçip tuvalete gitti. Ben ne kadar iyi arkadaşsam, o da o kadar iyi arkadaştı işte.

Oflayıp yatağıma oturdum. Şimdi iki saat tuvaletten çıkmayacaktı. Çünkü sabahın köründe -öğlen olabilir ama biz yeni kalktık- duş alan manyağın biriydi.

"Çık ve önce bana pansuman yap." dememle tuvaletin kapısının açılması, Anka'nın elinde ilk yardım çantasıyla çıkması bir oldu. Ya beni bekliyordu ya da zaten onu almak için girmişti.

"Başımın belası." diye söylendi. Bir pamuğa değişik bir şey döküp kaşıma bastırınca yüzüme yayılan acıyla çığlık attım. Bu ne biçim bir acıydı böyle?

"Artık çeksen mi şunu?" Anka yarayı temizleyip üzerine küçük bir pamuk koydu ve yara bandıyla tutturdu. Şu kampta başıma gelmeyen tek şey kaşımın patlamasıydı, o da oldu. Bakalım bir sonraki talihsizlik ne olacak?

"Anka hiç duş almanı bekleyemem. Ben kahvaltıya gidiyorum." Gözlerini devirip bana baktı. "Bu saatte kahvaltı kaldığını düşünüyor musun gerçekten?"

"Oha." Ellerimle yanaklarımı çekiştirip kendimi yatağa attım. "Aç mı kaldık şimdi?"

"Öğle yemeği vardır ama kalkar kalkmaz yemek istediğini sanmıyorum."

"Resmen aç kaldık."

•••

"Midem bölünme geçirecek şimdi! Açlıktan ölmek üzereyim!" diye isyan ettim. Anka'yla yatağa uzanmış tavanı seyrediyorduk. Tabii bu sırada saat üçü bulmuştu. Dün geceden beri hiçbir şey yemediğimi varsayarsak bayılmadığıma şükretmeliydim.

"Bari su alalım. Ben gidiyorum." diyerek kalkan Anka'yı durdurdum ve hızlıca kalktım. Dönen başımla sendeleyip düşmekten son anda kurtuldum. Çünkü biricik sandalyeciğim tam olması gerektiği yerdeydi.

"Ben alıp gelirim. Hem hava da almış olurum." Telefonumu cebime atacağım sırada çalmasıyla duraksadım ve kim olduğuna bakmadan açıp yoluma devam ettim.

"Derin."

"Ateş?" Kapıyı kapatıp merdivenlere yöneldim. Aynı otelin içinde değil miydik? Bu çocuk beni neden arıyordu?

"Heh, dinle beni. İki çikolata, üç cips, beş..."

"Ateş sen ne diyorsun?" diyerek araya girdim.

Yaz KampıWhere stories live. Discover now