Back to the Past

384 31 143
                                    

Eve geldiklerinde her biri yorgundu. Gördükleri mesajla birlikte diken üstünde hissetmişlerdi kendilerini. Başından beri her birinin kafasında neden bu adamları aradıkları vardı. Soo Man'ın yerini, kimliğini ve yaptığı işi nereden biliyorlardı?

Bir görev verildiğinde çok fazla sorgulama şansları olmuyordu. Ki zaten bunu bilerek bulundukları yere gelmişlerdi. Eğer uslu bir çocuk olurlarsa özgürlüklerini görebilirlerdi. Ya da öyle ummuşlardı. Şimdiyse özgürlükten çok uzak bir dünyada olduklarını anlıyorlardı. İki buçuk hafta olmuştu çoktan buraya geleli ve işlerinin bir sonu yokmuş gibi duruyordu.

Bu yüzden yorgunlardı. Arkadaş diyebilecekleri birkaç kişi edindikten sonra onların düşman çıkma ihtimalinden, daha yapılacaklar listesinin ilk maddesinin bittiğinden, bunların belki de bir ömür sürebileceğini düşündüklerinden yorgunlardı.

Kyungsoo ise kendini ilk kez birilerine açmış olmanın şaşkınlığını yaşıyordu aynı zamanda. Normalde eskilerden konuşmayı sevmeyen kendisi, çok da yakın olmadığı Castle'a dertlerini anlatırken bulmuştu kendini. Evet, biraz kafiyeli de düşünüyordu aynı zamanda.

Ancak geçmişinin karanlık sayfalarında daha gizlediği çok şey vardı. Herkesin Soo Man'e lanet ettiği günlerde onun minnettar olmasının elbet bir sebebi olmalıydı, değil mi?

-Flashback-

Ağzına yemek tıkıyordu Kyungsoo. Yapabildiği tek şey yemekti. Bu yüzden olabildiğince yiyor ve ders çalışıyordu. Öğretmenleri sağlıklı beslenmesi hakkında saçmalasa da hiçbiri yalnız kaldığında tek sığındığı şeyin yemek olduğunu anlamıyordu. Bunu beklemiyordu da zaten. Herkes çok mutluyken nereden anlayabilirlerdi onun halini?

Edebiyat ve kitap okuma derslerine yetişmesi gerektiğini bildiğinden son lokmalarını yuttu. Zorlukla kalkmıştı yerinden. Koşturması gerekiyordu normalde birazdan yukarı çıkacak asansöre ancak nefes darlığı yaşadığından bunu yapamıyordu. Doktorlar ani hareketleri yasaklaması gerektiğini söylemişti kendine. Zaten o da pek meraklısı değildi. Yalnızca şimdilik zorunluydu.

Biraz yürüdükten sonra fikrini değiştirip koşmaya başladı. Asansör kapanmak üzereydi.

"Durun!"

Elinden geldiğince bağırdı. Birinin onu duymuş olmasını diliyordu. Yukarı çıkanlar kendi yaş grubuydu. Hepsi de Bones'u adları gibi bilirlerdi. Tekinin ufak bir düğmeye basması gerekiyordu. Yaptılar da. Ama tam tersini. Kapıları aceleyle kapatmak için basıp durdular. Kyungsoo ise bacaklarındaki yanmaları hissetse de nefes alamasa da koştu.

Bütün vücudundan terler akarken kapıya yetişmiş olmayı diliyordu. Ne yazık ki tam iki saniye önce kapanmıştı. On beş dakika beklemesi gerekecekti şimdi. Muhtemelen derse de geç kalacaktı. Yemeğini bitiremeden kalktığı için üzgündü bir yandan da. Asansörün yanına çöküp tişörtüne sildi yüzündeki teri. Bir süre nefes almaya çalışmıştı. Kalbinin üstüne fiziksel bir ağırlık çökmüştü şimdi. Sanki durmadan önce son kez hızlı atıyor gibiydi.

O an boğazının acıdığını hissetti bacakları yetmezmiş gibi. Ağlayacaktı. Hayatındaki her şeyin kötüye gitmesi olanaksız gibi gözüküyordu, buraya tıkılı kalmak yalnızca onun başına gelen bir şey değildi fakat gördüğü zorbalık onun dışında birkaç kişi yapılıyordu. Binlerin içinde birkaç. Nasıl bu kadar dikkat çekmeyi başarabildiğini de bilmiyordu açıkçası.

Yalnızlık yeterince kötüyken neden daha fazla acı vermek için uğraşıyorlardı ona?

Dizlerini kendine çekip kafasını gömdü onların üstüne. Sağından gelen 'ding' sesiyle hemen başını kaldırmıştı. Düşüncelerinde boğulurken vakit çabuk geçmiş olmalıydı. Tam içeri girecekken bırakılan suyu gördü yanına. Şaşkınlıkla etrafa bakıp kimin bu inceliği yaptığına bakınsa da görememişti kimseyi. Kendi kendine gülümseyerek suyu aldı ve ineceği kata basıp en arkaya geçti.

JudasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin