Final Countdown

189 14 106
                                    

Kışın ortasında güneşli bir sabaha uyanmışlardı, bulutların arkasına saklanmayan bu yıldızın varlığına şükrederek sevgilisinin elini tuttu ve çıkardı hastaneden Jun. Yanında duran kardeşine bakıp gülümsedi hafifçe. Hala olayın ne şokunu ne de ağırlığını atlatabilmişti. Yine de etrafındakilere güçlü imajını koruyabildiğini göstermeliydi.

En azından Lay için.

Onu arabaya götürüp dikkatlice sürücü koltuğunun yanına oturtturduktan sonra diğerlerinin farklı arabalara dağılmasını izledi. Ardından kendi de onunla yalnız kalacağı sürücü koltuğuna geçti. Çocuklar ikisini düşünüp biraz zaman tanımak istemişlerdi. Konuşacak şeyleri olduğunu düşünmüşlerdi ki haklılardı da.

"Özür dilerim..."

Arabayı kullandığından dönemiyordu Yixing'e ama sesindeki merak yeterince şaşırdığının kanıtıydı. "Ne için?"

"Seni endişelendirdiğim ve üzdüğüm için. Ben iyiyim Jun-ah. Bir şey olmayacak."

İkisi de birbirine bakmıyordu ancak bundan çok daha fazlası vardı aralarında. Küçüğün boğazına takılmış kelimeler öylesine canını yakıyor, ağlama isteği öylesine ağır basıyordu ki tek kelime edemedi. Diğerinin yanında tam bir bebeğe dönüşmeyi reddediyordu. Elini yıkayamadığı için yağlanmış saçlarının arasından geçirip tek bir tarafa doğru taradı.

Yüzünü hızlıca sola döndürüp derin bir nefes verdikten sonra tekrar yoluna bakmaya başlamıştı. Camda oluşan buğunun arkasında diğer araba vardı onları takip etmeye çalışan. Bones ailesinden birinin daha yara aldığını gördüğünde ister istemez kıyaslamıştı kendini Suho ile. Ya onun yerinde olsaydı? Ya Jongin'e bir şey olsaydı?

Kafasını iki yana sallayıp düşüncelerini kulaklarından atabilirmiş gibi dağıttı. Xiumin'in önde konuşan iki kardeşin aksine onu anladığını görebiliyordu, o da yanlarında gitmekte olan arabaya hüzünlü gözlerle bakıyordu çünkü. Başını onun omzuna yaslayıp gözlerini kapadı, destek almaya ihtiyacı vardı.

"Kyung, iyi misin?"

"İyiyim hyung. Sadece yorgunum biraz."

"Eve gidince ikimize bir güzel kahve yapayım."

"Ya biz?" Jongdae arabayı süren olmasaydı hayıflanmasını sevgilisine tatlı bakışlar atarak ve omuz sallayarak yapacaktı. Ancak onun yerine görevi Jongin üstlenmişti. Bir de ekstra şirinlik ekleyerek dudaklarını büzmüştü sevgilisinin bir başkasının omzuna yattığını görünce.

"Sen kahve sevmiyorsun bile Jongin."

"Senin elinden olduğunda içerdim."

Xiumin kusacakmış gibi sesler çıkarırken Bones hoşuna gitse dahi renk vermemişti. Yine de Castle gözündeki pırıltılardan anlayabiliyordu büyüğü neyin mutlu ettiğini, bu nedenle öpücük yollayıp döndü tekrar önüne. Şirin pengueni görme görevi tamamlanmıştı.

Eve geldiklerinde her biri yatağa attı kendini. Yalnızca Lost kanepede kalmıştı. Tüm gün narkozun etkisiyle uyuduğundan hiç yorgun hissetmiyordu kendini. Bir tabak mandalina alıp eline soymaya başladı sevdiği programı izlerken. O sırada açılan kapıyı duymamıştı bile. Dalıp gittiği yerden aniden mandalinasına uzanan el ile uyanmıştı.

"Ah! Korktum hyung!"

Zhou Mi keyifle gülerken yakışıklı yüzüne karşı somurtmuştu Lost. Öğretmeni her ne kadar karizmatik bir genç adam gibi gözükse de sıklıkla çocuk olabiliyordu. Onun bu haylaz yanlarını bazen sevse de abarttığını söylememek olmazdı.  Büyük esmer eline küçük beyaz eliyle vurmuş, sert tenin yumuşağıyla karşılaşmasını sağlamıştı. Ardından aynı el ile ona bir mandalina daha uzattığında onun narin kalbine karşı boğazı düğümlenmişti genç öğretmenin.

JudasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin