A Glass of Soju

172 15 93
                                    

Taeyong bir eve getirildiğinde arabayı süren büyüğün meşhur Heroes'tan olduğunu öğrenmişti. Kim olduğunu bilmese de söyleyebilirdi havalı ve önemli biri gibi durduğunu. Ancak şu an onun için yaptığı en önemli şey ailesine kavuşturmaktı. Güzel gülümsemesi olan kendiyle aynı boylardaki adam kapıyı açıp içeri girmelerini işaret ettiğinde elinin yakınında bir sıcaklık hissetmişti.

Her ne kadar o güvendiği bir yere gelse de yanında durmakta olan kişi için okulun dışarısı hiçbir zaman var olmamıştı. Ne aile ne dostlar ne de sıcak bir yuva. Bu nedenle endişesini anlıyor, kabuğundan çıkmaktan korkan küçük kaplumbağayı görebiliyordu. Eline çarpmakta olan eli sıkıca kavrayıp öne doğru adımladı.

Sıcak hava dalgası kapıda onları bekleyen kişilerle beraber vurmuştu yüzüne. Gözleri odada annesini aradı ilk önce. Her ne kadar bir erkek olsa da kadınları kıskandıracak güzelliği vardı onun. Nazik yüreği ise hep bir annenin şefkatini andırmıştı. Bu nedenle siyah kazağı, kahve pantolonu ve yüzüne düşen kahvenin en güzel tonunda olan kahküllerinin getirdiği sımsıcacık hisle ona sarıldı Ten'in elini bırakıp.

Omzuna değen birkaç göz yaşıyla kendininkileri de akıttı. Babası ise bir anda ikisine beraber kocaman sarılmıştı. Bu minik mutlu aile tablosu istemsizce orada bulunan ve ailelerine hala ulaşamamış çocukları hüzünlendirmişti. Bir gün öz anne-babalarına böyle kavuşabilme umuduyla geçtiler koltuklara.

Lay yalnız başına kalan yabancı çocuğu fark ettiğinde kolunu onun dar omuzlarına atıp yakınına çekmişti. Biraz geride kalmaları onlara konuşmak için daha iyi bir fırsat verecek gibi geldiğinden adımlarını yavaşlatmıştı bununla birlikte.

"Adın nedir küçüğüm?"

"Ten efendim. Y-ya sizin?"

Kekelemesine karşı gülümseyip gamzesinin en derin halini sundu ona. "Ben de Yixing ama Lay de derler. Ayrıca resmi olmana gerek yok, hyung desen yeter."

"Oh... Teşekkürler hyung."

Başını eğip hafifçe teşekkür etti ve onun sıcak karşılaması sayesinde gülümseyebildi küçük olan. Beraber koltuklara geçtiklerinde Suho'nun onlara gururla baktığından habersizlerdi. Daha da kalabalıklaştıklarından Taeyong annesinin dizinin dibine otururken Glee ve Bones yemek yapmaya karar vermişlerdi. Herkes aç olduğundan itiraz etmek yerine ulumuşlardı sevinçle.

"Sence biz de ailemizi bulabilecek miyiz Soo?"

Çoğunlukla yalnız kalmayan ikili istemsizce akıllarına dolan soruları birbirlerine yöneltmeden edememişlerdi.

"Elbette hyung. Benimki bulunduysa sizinki neden bulunmasın?"

"Bilmiyorum. Bazen çok ümitsizliğe kapılıyorum. Yanlış anlama kötülüğünü istemiyorum ama istemsizce kıskanıyorum. Koruman gereken bir ailen olması nasıl bir his?"

Elindeki havucu bırakıp acı acı gülümsedi Bones. Yanına kaynayan suyun başında bekleyen adama bakıyordu. Onun karıştırdığı yemekten çok daha karışık olan aklını okuyabilmek ona acı veren şeyleri hissedebilmek gibiydi. Bıçağı tezgaha bıraktı ve başını yasladı diğerinin omzuna. Hiç sevmese de dokunmayı, bazen ihtiyaç oluyordu sevgi vermeye ve almaya.

"Çok zor. Onlar için uçak bileti ayarladım. Yakın zamanda ülkeden ayrılmaları ve bir süre tatil yapmaları için. Gitmeleri gerek, güvende olmaları gerek. Soo Man onlara zarar verebilir."

Belki de en savunmasız anlarından biri olmuştu bu Kyungsoo'nun. İçinde birikmiş şeyleri ve endişelerini dökmek sıklıkla yaptığı bir şey değildi. Chen o anın kıymetini bildi bu nedenle. Ona sarılıp saçlarını okşadı, bildiği tatlı bir şarkıyı mırıldandı kulağına. Böylece gergin omuzları gevşedi ve başını yasladı Kyungsoo da onun omzuna.

JudasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin