Yüce On İki

272 23 329
                                    

Kyungsoo odaya girdiğinde Jongin'i çoktan oturur biçimde görmüştü. Diğerinin her şeyi korkusuz bir şekilde yapması onu büyülemeye başlıyordu. Bazen bariz aptallıklar yapsa da düşüncelerinden eminse bunları kanıtlamak için her yolu deniyordu. Birkaç gece önceki halleri aklına geldi o an. Kazadan önce yaptıkları konuşmanın üzerine eklenecek yeni şeyleri merak etmeye başlamıştı.

Yatağa, onun yanına, oturup bir süre inceledi yüzünü. Onun konuştuğunu farkındaydı ancak kendini alamıyordu izlemekten. Öyle güzeldi ki bir mucizeydi hala burada, onunla olması. Keskin yüz hatları, yakışıklı suratı ve her bir hareketinde dalgalanan şekilli dudakları. Tanrı gerçekten onu Kyungsoo'ya bağışlamıştı.

"Hyung beni dinliyor musun?"

"Ha? Üzgünüm Castle, dalgınım biraz. Tekrar anlatabilir misin?"

Büyüğün onu dinlememesine üzülmüş olsa da gerçekten üstündeki ağırlığı hissedebiliyordu, bu yüzden çok yüklenmemeye karar verip devam etti.

"Diyordum ki, ben dosyayı yollayacağım gece baktım içeriğine. Bunu yaptığım için de pişman değilim açıkçası. İçinde bizim hakkımızda bilgiler vardı. Okuldaki ilgi alanlarımızda tut edindiğimiz arkadaşlarımıza kadar. Suho'da bulunan bir dosyanın içinde neden bize dair şeyler vardı bilmiyorum ama öğrenmek istiyorum."

Gözlerindeki kararlılık ve erkeksi duruşu sonunda onun olgunlaştığını gösteriyordu. Ayrıca saygı ifadesi kullanmadığını fark etmişti Joon'a karşı. Fakat öğrendiği şey bunlardan çok daha önemliydi. O herifte gerçekten de ne arıyordu özel şeyleri? Onları mı araştırmıştı?

"Saem onları araştırmamızı söylerken haklıydı demek ki. Güvenebileceğimiz insanlar değillermiş."

"Ama Tao ile çok iyi anlaşıyor gibi gözüküyordun."

Onun laf sokan zorlayıcı bakışlarına karşı göz devirdi Bones. Sert ve suçlayıcı tavrının nedenini gerçekten çözemiyordu. Bir an çok iyi, bir an çok kötüydü. Şimdi de panda tipli çocukla beş dakikalığına iyi anlamış olmasının bir hata olduğunu mu yüzüne vuracaktı?

"Kanım kaynadı birkaç dakikalığına sadece. Ona hayati bilgilerimi vermedim. Yeşil kriptonitimin ne olduğunu da söylemedim."

Şaşkınlıkla ona döndü Jongin. Yüzleri zaten birbirine dönüktü ancak gövdesini de hareket ettirmişti. Bones kapalı bir kutu gibiydi lakin biraz zorladığınızda yavaşça açıldığını görebiliyordunuz.

"Senin zayıf noktan mı var?"

Küçüğün duygu geçişlerine kıkırdadı. Az önceki sert halinden eser kalmamıştı şimdi. "Elbette. Hepimizin yok mu?"

"Benim yok." Kesin bir şekilde söyledi. Yıllarca bunun için uğraşmış, kendini geliştirmişti. Kimseye kendini yem edecek değildi. Sistem onun güçsüzlüğünü yakalamak için çabalarken inat etmiş ve kendini sistemden bile güçlü hale getirmişti.

Kyungsoo kafasını eğip ona baktı iki saniyeliğine. Ardından başını aşağı-yukarı sallayıp anladığını belirtti. Dudakları garip bir biçimde büzülmüştü. "Sanırım tek zayıf olan benim."

Dikleştirdiği kafası ve yapılı vücudu aniden çökmüş, omuzları düşmüştü Jongin'in. Sarf ettiği kelimelerin böyle bir anlam uyandıracağını akıl edememişti. Büyüğü üzmek ya da güçsüz hissettirmek gibi bir amacı yoktu. Tam tersine onun kendisinden çok daha kuvvetli olduğunu düşünmüştü hep. Olaylara soğukkanlılıkla bakabiliyordu bir kere.

"Öyle demek istemedim..."

"Önemli değil. Ben de bulduğumu paylaşsam iyi olacak. Yükleme yaparken karşıma Ewing kelimesi çıktı. Ben de ne olduğunu araştırdım gece. Emin olmadan size söylemek istemedim. Bu bir hastalıkmış Castle. Ve Suho ile bir alakası var."

JudasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin