Run To You

214 15 106
                                    

*Asla yaşlanmayan şarkılarda bugün DJ Doc-Run To You var! Ayrıca luynooy  sana özel ipuçları bıraktım, söz verdiklerimi unutmam!*

Glee yaklaşık yarım saattir bakıyordu odanın televizyonuna. Karanlık ekranda kendi ve Survivor'ın yansımasını izliyordu. Yüzündeki şok dolu ifade çökmüş omuzlarıyla birleşip büyüğün yanında çirkin bir görüntü oluşturmuştu. Ama kendine gelebileceğini sanmıyordu bir süre.

Duydukları öyle beklenmedik şeylerdi ki kırk yıl düşünse aklına gelmezdi. Yanında bildiklerinin onu yok etmek için çabaladığını nasıl tahmin edebilirdi?

Onlara sarılmış, sevmiş, değer vermişti. Beraber gülmüşler hatta hayal kurmuşlardı. Kolay değildi bir insanla geleceğini paylaşmak istemek. Halbuki Glee hepsinin elinden tutmak istemişti. Tüm iyi niyetiyle sevgisini vermişti onlara. Ne kadar da yanlışmış birilerine güvenmek.

Saçlarını karıştırıp içeri giren Bones'a baktı. Kapı düzelmiş olmalıydı. Onun dağılmış halini gördüğünde ne olduğunu sormak geçmişti içinden ancak ona güvenebilir miydi, emin değildi. Xiumin bir şey demese de sakladığı şeyler olabilirdi. Soo Man her şeyi bilecek diye bir kaide yoktu. İçindeki şüpheye sinirlendi, kendine sinirlendi bu kadar aptal oluşuna.

Ayağa kalkıp hızlı adımlarla terk etti odayı. Daha fazla aynı havayı solumak istemiyordu bu insanlarla. Kimle nasıl konuşacağından bile emin olamadıktan sonra ne anlamı vardı yanlarında olmanın. Artık kendi başına iş yapacaktı. Gerçek bir belaya bulaşmışlardı, Jongdae her şeyi ondan saklamalarının cezasını ödetecekti.

Bu sefer acımak yoktu.

***

Xiumin saatlerdir aradığı telefondan gelen kadının sesini duyduğunda öfkelenerek kaldırdı elini. Telefonu az kalsın atacakken Lost ona engel olmuştu. Gözlerindeki kızgınlık ona yönelirken kolunu hızla kurtardı küçüğün tutuşundan. Ağzını açmamak için zor tutuyordu kendini.

Her şey onlar yüzünden olmuştu. Bu dörtlü hayatını mahvetmekten bir şey yapmamıştı. Üstüne üstlük neden tüm yükü yalnızca kendisi taşımak zorundaydı? Jongdae'ye güvenip konuştuğunda ilk yaptığı şey kaçmak olmuştu resmen. Yanında birilerinin olmasını istemesi bu kadar mı bencilceydi?

Bones ve Castle'a baktı. Onların haberinin olup olmadığından emin olamıyordu. Endişelilerdi, gözlerindeki kayıp bakışlardan belli oluyordu. Yine de her şey yüzünden olabilirdi bu. Anlamı çok farklı olabilirdi kaygılarının. Çığlık attı olabildiğince. Ezip geçmek istiyordu her birini.

En çok da kendini.

Sevdiği adamın ellerinden gitmesine izin veren kendini.

O gittiğinde göğsündeki ağırlıktan anlamıştı hislerini. İmkansız gözükse de kırmıştı zincirlerini Jongdae. Gülümsemesi olmuştu bir anda. Tahmin edememişti geleni. Öngörememişti. Saldırmıştı adeta ona. Hazırlıksız yakalanışından yararlanmış ve kendine utanmazca bağlamıştı.

Ve şimdi yine aynı utanmazlıkla gidivermişti.

Piç herif.

"Kalkın. Arayacağız onu."

"Sabahtan beri arıyoruz ya hyung?"

"Telefonla değil. Dışarıda. Sonuçta ufacık ada, nereye gitmiş olabilir ki?"

Joonmyeon onu onaylayıp geçmişti ortaya. Etrafına toplanmıştı geri kalanlar. Tam bir daire oluşturduklarında dudaklarını yalayıp bakındı yüzlerine. Kafasında bir plan oluşturmaya başlamıştı bile. Jongdae her ne kadar yeni tanıştığı biri olsa bile kanı ısınmıştı istemsizce. Küçük kardeşi gibi hissettiriyordu, bu yüzden dışarıda tek başına olma düşüncesi rahatsız etmişti.

JudasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin