Sweet Lies

157 17 48
                                    

Hongbin odadan içeri girdiğinde diğeri masasının etrafındaki adamlara bakıp gitmelerini işaret etti. Uzun zamandır onun gelmesini bekliyordu, güzel iri gözleri özlemişti. Ancak ikisinin de yoğunluğundan fazla uzun sürmüştü bu ara. Unutmuştu neredeyse onu, kalbinde yara açan adamı.

Gülümseyerek yaklaşırken kendisine, eski anıları siliverip attı kafasından. Şimdi önemliydi onun için artık sadece. Hongbin'in burada olması önemliydi. Ona gelmesi. Ne olmuş olursa olsun ona zevk veriyordu kendisine attığı her adım. 

Başını kaldırıp onu selamladı. Oturması için eliyle işaret ettikten sonra iki kahve istedi telefondan. Gelenin ne işlere girdiğini az-çok biliyordu. Kendisinden habersiz Kore'nin yer altı piyasasında bir şeyin dönmesi imkansızdı zaten. Bu nedenle istenilecek şeyi de biliyordu. Halbuki yalnızca bir ziyaret olmasını ne kadar çok isterdi bunun. Özlemin asıl konu olmasını, hasret gidermelerini ve belki de eskiden beri hayal ettiği şeyler için ufukta bir ışık görebilmeyi. İmkansızı istemeyi ne de severdi. 

"Uzun zaman oldu."

Ağzından dökülen her bir kelime yara açmıştı göğsünde kapanmış olduğunu umduğu. Ufacık bir cümle neden bu kadar üzüyordu şimdi onu?

"Fazlasıyla uzak kaldık birbirimizden hyung."

"Çok değiştin çünkü Sanghyuk. Benim sevdiğim minik kardeşim gitti."

"Senin minik kardeşin olmak istemiyordum çünkü. Şimdi bir imparatorluk yönetiyorum. Gücümü görmüyor musun?" Eliyle işaret etti etrafında bulunanı. Başını heybetle kaldırıp kral ilan etti kendini.

"Keşke görmeseydim. Gücünün arkasındaki seni göremiyorum artık çünkü."

Hongbin bir süre sustu. Diğerine bir şeyler demesi için fırsat tanımıştı ancak bir işe yaramadığını gördüğünde nefes alıp yenilgiyle devam etti. Ağlamak üzere olan genci fark edememişti. Yalnızca kendini görebilmişti o an ya da diğeri kendisini fazlasıyla iyi saklıyordu.

"Neden geldiğimi biliyorsun. Kimliğine ihtiyacım var."

"Az önce olduğum kişiyi sevmediğini söyledin. Şimdi ona ihtiyacın mı var?" İronik olan duruma karşı kahkaha attı Hyuk. Bu hyung komikti, ne diyeceğini bilmiyor ve sözlerini karşısında korkmadan dile getirebiliyordu.

"Olduğun kişiyi değil, arkasına saklandıklarını sevmiyorum. Her neyse. Yardım edecek misin?"

"Neden onların yanındasın? Kyungsoo denilen çocuk yüzünden mi?"

Tek kaşını kaldırarak süzdü onu Hongbin. Bones'un gerçek adını kendisinden önce öğrenmiş, bununla alakalı soru sorabilecek kadar yakın bulmuştu kendisini bir anda. Halbuki özel hayatı küçük Hyuk'u ilgilendirecek son şeydi.

"Sen neden ilgileniyorsun bu durumla? Bana olan aşkın yüzünden mi?"

Uzun beden aniden ayaklandığında korkmadığını söylese yalan olurdu. Yine de yerinden bir milim dahi kıpırdamadı ve onun kendisine yaklaşmasını izledi. Keskin bakışlarıyla delip geçiyordu göğsünü, ince dudaklarıyla söylenilemeyen sözleri mırıldanıyordu.

"Yıllarca benden sana olan aşkım yüzünden kaçtın. Senin için çabalayıp bir yerlere geldikçe korkundan bahaneler türettin. Ben Sanghyuk, yıllarca yüzüm olmadan yaşadım. Kimse bilmedi gözlerimdeki acıyı, dudaklarımdaki mührü. Sana kimliğimi vereceğim, güzel yüzünde benim adımı taşıyacaksın. Karşılığında ise... Benim olacaksın."

***

Jongin üstüne geçirdiği ince kazağı pantolonun içine sokarken renklerin uyumlu olup olmadığına bakıyordu. Arkasından gelen adamı görememişti bu nedenle. Beline sarılan kollarla yerinde sıçrayıp baktı kolunun altına girmeyi bekleyen adama. Hemen ona sarılıp öne doğru çekti, böylesine aniden sarıldığını hiç görmemişti büyüğün.

JudasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin