Ona Küçük Sürprizler Yapın

272 21 262
                                    

Glee enerjik olduğu bir sabah uyandı. Bu yüzdendir ki bulunduğu koca otelde yapabilecekleriyle ilgili sorular sormuştu resepsiyondaki tatlı çocuğa. Sinema dahil birçok seçenek sunulurken içlerinden aklına yatanı sundu masaya. Heroes tabaklarına açık büfeden doldurdukları yemeklere gömülmüşken yine Chen ile hayatın basit bir görev olmadığını hatırlamışlardı.

"Bowling hakkında ne düşünüyorsunuz güzellerim?"

Kyungsoo burnuna kaçan çayla öksürmeye başlarken Castle sırtını sıvazlamaya başlamıştı. Lanet olası çay hem sıcaktı hem de burnunda ve genzinde berbat bir yanma hissi bırakmıştı. Hayatı boyunca oyunları seven biri olmamıştı pek çünkü ne zaman bir şey yapsa başarısız olduğunu, etrafındakilerin onu aşağıladığını düşünüyordu. Ki hiç olmamış da değildi. Belki de bu nedenden en az kendine güvendiği şeydi oyunlar. Korkup endişe duysa da nefes almayı başardı uzun uğraşlar sonucu ve Kai'ye teşekkür etti başıyla.

"Hiç oynamadım."

Lost dili oldu geri kalanların ufak cümlesiyle. Videolardan görmüş daha önce ama hiç deneyimlememişlerdi. Nasıl olacağından emin olamıyorlardı. Hayatları boyunca sekiz yüz çocukla yaşayıp robot gibi eğitilmişlerdi. Ellerine topu nasıl alacaklarını dahi bilmeden ne yapacaklardı bowling oynayıp?

"E öğreniriz! Tao, Kris ve Suho'yu da davet ettim. Beş kişi takım olamazdık zaten. Onlar bize yardımcı olurlar."

Bütün kafalar daha eski hallerine yeni dönmüşken yeninden dikildi havaya. Ellerindeki yemeklerden ümidi kesip düşünmeye başladılar. Her biri için bir fırsat olabilirdi bu. Diğer üçlüyü yakından tanımak ve anlamak için bir fırsat olurdu farklı amaçlarda da olsa. Jongdae aniden başını sallayıp onu onaylayan dört kişiyi gördüğünde gülmeden edememişti. Hangi ata oynayacağını gerçekten iyi biliyordu.

Yemeğini bitirdikten sonra odasına çıkıp evden getirdiği eşofman altını giydi. Dün gece eşyalarını getirmeleri için bir araba yollamışlardı evlerine. Üstüne ise getirilen en sade tişörtü giydi, baskılı bir tane. Rahat olmayı seviyordu. Buradaki insanlar şık olmak için kendilerini çok sıkıyordu ona göre. Zarafet para ile sağlanan bir şey değildi.

Odasının kapısını kapamasıyla uzun esmer yoldaşını görmesi bir olmuştu. Küçüğün saçlarını karıştırdı sırf sinir etmek için. Üzerinde çok uğraştığı belliydi. Tahmin ettiği gibi itiraz edip yeni yaptığına dair mızmızlanmıştı ancak ona tek verebileceği cevap basit bir omuz silkmeydi. Diğerleri çoktan aşağıda onları beklediklerine dair mesaj atmışlardı henüz açmayı akıl ettikleri gruba.

Asansörün kapısının önünde beklerken çok farklı düşünceler dönüyordu akıllarında. Castle Joon'u köşeye sıkıştırmanın yolları hakkında planlar yaparken sabah gördüğü Lost için de endişelenmeden edemiyordu. Kafası tonlarca konunun içinde boğuluyor, düşüncelerini toparlayamıyordu. Ellerinde onlara verilmiş görevler de vardı üstüne üstlük. Her biriyle nasıl başa çıkacağını kestiremiyordu.

Yanında durup ona aptalca şakalar yapan büyüğe baktı bir süre. Sesi gelmiyordu kulaklarına kendi fikirlerinin sesinden dolayı ancak gülümsemesi yetiyordu tek başına hissetmemesine. Hiçbir şey bilmeseler de büyükleri vardı Jongin'in. Saçını okşayacaklar, gülümsemesi olacak. Ah, bir de Bones vardı elbette. Unutuylmayı hak etmeyen, en güzel ruh. Mıknatısın diğer tarafı, zıt ucu. Ona ve inançlarına ters düşse bile yanında olmaya çalışıp yardımcı oluyordu. Yanında hissetmese nefes alacak gücü bulamayabilirdi belki de.

Bugünlerde birileri olunca etrafında bunun ne kadar güzel olduğunu anlamıştı. Eskiden kimseye ihtiyacı olmadığını düşünürdü; her ruh, her kalp, her nefes fazlalıktı. Hala da çoğunun öyle olduğunu hakkında kesin fikirlere sahipti. Lakin artık birilerine ihtiyacı olduğunu görebiliyordu. Herkes fazlalık değildi. Yanında kimsesi yokken o da bir emanetti bu yaşamda. Kalıcı kılan bir şey yoktu onu. Yok olduğunda özleyecek kimsesi yoktu. Hepsinden ötesi, yaşamıyordu. Bütün sorunu, en başından beri, kalbindeki hasretin isyanına yansımış olmasıymış.

JudasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin