Story of A Guardian

147 12 68
                                    

*Bence her okuyucumun aklından bir kere geçmiştir, bu Suho'nun hikayesi nedir diye. Sizin için bunu yanıtladım, umarım keyifle okursunuz. Bir koruyucu meleğin hikayesi.*

Joonmyeon okula ilk geldiğinde küçük bedeni sığamamıştı koca binaya. Gezebileceği her yeri gezmiş, şekilli çekik gözleriyle incelemişti. Öyle ki çoğu yeri öğretmenlerinden çok daha iyi biliyordu artık. Bu nedenle çok çabuk sıkılır hale gelmişti okuldan.

Yalnızdı da, ona eşlik edebilecek onunla konuşabilecek kimse yoktu. Meraklı çocuğun arkadaşı olmak istemiyordu kimse. Aykırı olduğundan sevilmiyor, dışlanıyordu her seferinde. Yine de denemekten asla vazgeçmezdi de. Yeni gelenlerin yanına gider, konuşmaya çalışır ve gözlerinin içine bakardı kabul görebilmek için.

Tek başına kalmasının da bir etkisi vardı bu durumda. Koca bir odayı beş yaşındaki minik bir çocuğa emanet etmek hangi aklın işiydi bilinmezdi ama çok da gelişmiş bir tanesi olduğu söylenemezdi. Ödevlerini yapmakla meşgul olurdu odada çoğu zaman. Yoksa hiç sevmezdi kutu kadar yere tıkılmayı. Gerçi ona okul bile küçük geliyordu. Ruhu engin denizleri aşan bir oğlandan ne beklenirdi ki zaten?

Arada anne babasını merak ediyordu bir de. Rüyalarında gördüğünden genellikle, uyandığında çaresizlikle onları arıyor ancak bulamayınca bir çöl gibi kavruluyordu. Gece ağlamaları kesilmişti kimsenin onun için gelmeyeceğini öğrendiğinde. Gündüz taşkınlıkları ise öğretmenlerinden beklediği ilgiyi alamayacağını fark ettiğinde daha az göze batar hale gelmişti.

En sonunda beş yaşındaki bu sağlam beden yenik düşmüştü yalnızlığa.

Ta ki oda arkadaşı olacağını öğrenene kadar.

Eğitmenleri ona bu müjdeli haberi verdiğinde elindeki kalemi masanın üstüne bırakıp sarılmıştı bacaklarına. Kolları yetişmese de tamamen sarmaya, sıcaklığını hissettirebilmişti samimiyetinin. Böylece bekleyişi başladı Joon'un. O günden sonra hayatı hep bekleyerek geçireceğini nereden bilebilirdi ki?

Bir hafta boyunca sürekli nasıl biri olduğunu, nereden geldiğini, nasıl gözüktüğünü sorup durdu etrafındakilere. Kimsenin tam bir bilgisi yoktu ya da paylaşmıyorlardı. Meraklı olan bu çocuğu daha da meraklandırıp başına sarmak istemiyordu hiçbiri.

Joon da bekliyordu yalnızca. Ümitsiz, ona uzun gelen bir bekleyiş.

İleride ne kadar bekleyeceğini bilse belki üzülmezdi o bir hafta için. Kızmazdı kaderine ve yaratılışına o an çocuk aklıyla. Ancak o çocuk aklı denilen şey yeni oda arkadaşını gördüğünde duruvermişti. Tatlı yuvarlak bir yüz, kendisinden daha çekik gözler ve kocaman gamzesiyle gelen akradaşı aklını başından almıştı.

Onu yatağına çekip soruları sormaya başladı aklına ilk gelen.

"Nereden geldin? Adın ne? Annenin adı ne? Okuma-yazma biliyor musun? Kaç yaşındasın?"

Joon'un hızlı ve heyecanla sorduğu sorulara karşı diğeri yalnızca gülümseyerek bakabilmişti. Yanlarında bulunan gözetmen öğretmenin söylediğinde göre çocuğun adı Yixing'ti ve Çin'den geldiği için Korece'yi çözememişti. Joon duyduğu bilgiyle üzülüp yatağın diğer ucuna oturmuş, kollarını önünde bağlayıp dudak büzmüştü.

Ona Çinli birini getirdikleri için küsmüştü eğitmenlerine. Kendisinin ne kadar yalnız olduğunu bilmiyorlar mıydı? Nasıl dilini anlamayan bir çocukla arkadaş olmasını istiyorlardı?

Zamanla Suho, Yixing isimli çocuğa Korece'de yardım etmeye başladı. Ödevlerini beraber yapıyor, pratik için her gece kitap okuyordu ona. Diğeri ise Çince kelimeler öğretmeye çalışıyor, aralarındaki iletişimi güçlendirmek için çabalıyordu. Böylece ikili gittikçe yakınlaştı tüm bariyerleri aşarak.

JudasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin