Bölüm 19- Kraliçe Arı

1.9K 192 26
                                    


Patlamadan on beş gün sonra, Esen...

Piyanonun sesi tüm odayı kaplamıştı*. Gümüş renkli tekli koltukta oturmuş Kemal'i izliyordum. Notalara, ufak hareketlerle eşlik ediyordu. Gittikçe hızlanan müzik, gömleğini gittikçe hızlı iliklemesine sebep olmuştu. Altın ağırlıklı etnik desenli bir ceket giymiş, ceketin kollarını dirseklerine kadar katlamıştı. Ceketin lacivertini gömleğin ortasından inen şerit tamamlamıştı. Kemerin tokası ile gömleğin düğmeleri, altın varaklarla tam takım haline gelmiş parlıyordu. Ellerine henüz eldivenlerini geçirmemişti. Bir parça jöle ile saçlarını biçimlendirdi. Onun hazırlanmasını izlemek ilişkimizde en sevdiğim zamanlar olmuştu hep. En önemli konuları bu anlarda konuşur sonra da susardık. Her zaman ilk hazırlanan ben olurdum, şimdi de öyle. Eskiden kırık dökük de olsa bir ilişkimiz vardı. Şimdi ise Kemal benim için bir iş ortağından farklı değildi.Bir ırkın yolunu çizeceğim bu yolda Kemal'e ihtiyacım vardı. Kemal'i değiştirdiğimiz o gün Profesör, Kemal'in kulağına nasıl fısıldamıştı? " İyi ve kötü değişenlerin özelliklerine de sahipsin. Ölme ve tekliğini bize göster." Kemal, Doktor olmuş; ölmemiş ve tekliğini bize göstermişti. Ancak onunla neler yapabileceğimden haberi yoktu. İkinci bir laboratuar vakası yaşamak istemiyordum bunun içindir ki adımlarımı daha sağlam atıyor, onu yanımdan ayırmamaya için gayret ediyordum. Ona aşık olmadığımın, bana güvenemeyeceğinin farkında. Ama herkesin bir zaafı vardır. Gururla söylemem gerek ki Kemal Öğüt'ün zaafı da benim.

Çiçek desenli kısa eldivenleri alarak yanına kadar gittim. Aynaya baktığında arkasında beni gördü. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile bana döndü. Sanki hiç değişmemiş gibi. Elimi yüzünü kaplayan hilal şeklindeki yarada gezdirdikten sonra tırtıklı derisini eldivenlerin altına gizledim.

-Artık hazırız gidebiliriz.

Cümlemi bitiremeden sağ elini havaya kaldırdı. Boşta kalan avucun üzerine kendi avucumu nazikçe yerleştirdim. Odanın içinde bulunan asansörü kullanarak mavi salona geçtik. Mavi sonsuzluğun rengi; yeri ve göğü kaplayan, insanı insan yapan renk. Değil mi biz bir parça sudan yaratılmıştık, kaderimiz de aynı çizgiden yazılmaya devam etmeliydi. Bakan ile görüşmeyi kabul etmemiştim. Eğer bir açıklama istiyorlarsa tüm bu yıkımın sorumlusunu karşıma çıkartmaları gerekiyordu. Eski UGAM yönetimle arası bozuk olan Başkan bey, kendi planları için ortalığı ateşe veriyorsa biraz bronzlaşmayı göze almış olmalıydı.

"Kat -5... Mavi Salon..."

Doktor'un kızları asansör kapısının hemen önünde bizi karşıladı. Her zamanki gibi oyuncak bebekleri andırıyorlardı. Bu görüntüyü elde etmek için yaptıkları makyajla kanser olmaları kaçınılmazdı.

- Hoş geldiniz Esen Hanım ve Doktor... Bey...

O " bey" ağızlarından ne zor çıkmıştı. Kemal'in yandan gülüşü ve çocuklarını tembihleyen bakışları olmasa "bey" lafını duyamazdık bile. Artık statüler konuşacak ve üzgünüm Kemal benim! Biz önde kızlar arkada salona kadar birlikteydik. Doktorlarının onayını alan bebekler içeriye bizimle birlikte girdiler.

Gotik tarzın hakim olduğu bu salonda mavinin her tonunu bulabilirdiniz ama rengin normal şartlar altında verdiği huzuru bulamazdınız. Kenarları mercan renkli oymalara sahip, deniz kabuğuna benzeyen üçlü koltuk bizim için ayrılmıştı. Koltuğun sağında ve solunda yine aynı motiflere sahip tekli koltuklar tam karşımızda ise Atlantis Tahtı denilen özel bir koltuk bulunuyordu. Taht'a Timur oturmuş, teklilere Başkan ve Bakan geçmişti. Duvarları ve tavanı ayna kaplı bu sonsuz mavilikte dikkatimi toplamak zor olacaktı. Eğer ben dikkatimi toplayamıyorsam, kimse toplayamaz.Kendine gel kızım.

Timur odak noktam olsa da gözlerimi Başkan'a dikmiştim. Onun o uzun boynunu Kemal'e koparttırmamak için kendimi zor tutuyordum. Konuşmayı o başlatana kadar susmaya kararlıydım. İlk sözü Bakan aldı.

- Esenciğim, görmeyeli ne kadar değişmişsin! Yeni tarzına bayıldım doğrusu. Ancak saçların seni biraz olgun göstermiş sanki. Doktor'un yanında yaşlı kalmışsınız küçük hanım. İnsanlar bir gecede yaşlanır derlerdi de inanmazdım seninki on iki gün sürmüş gerçi.

Doktorun, havaya kalkmak üzere olan elini koltuğa tüm gücümle bastırdım. Sırası değil, lütfen şimdi değil.

Bakan dedikleri çakala sol omzumun üzerinden bakıp ve cevap dahi vermedim. Başkan ve Timur susmaya yemin etmiş gibilerdi bense konuyu açan olmak istemiyordum. Sessizlik sonsuza kadar devam edecekmiş gibi gelirken,

-Sıkıldım, deyiverdi Doktor.

Elini, parmaklarımın arasından kurtarıp boşlukta, özensizce bir sağa bir sola sallayıp durdu. Siyasetçilerin korumaları boyunlarından gelen çıt çıt sesleri ile daha ne olduğunu anlayamadan yere yığılıvermişlerdi. Neşeli bir kıkırdamanın ardından pantolonun dizlerini çekerek yerine geri oturdu Doktor.

- Böyle daha iyi. Nerede kalmıştık, Başkancığım? Hah doğru, Esen Hanım'a geçmiş olsun diyordunuz.

Bakan'ın yüzü öfkeden mora dönmüştü ama Başkan'da en ufak bir mimik bile yoktu. Konuşmaya karar veren yine Bakan oldu. Dertleri Kemal ile değil benimleydi.

- Şov şov şov... Bu gösteri için önden yer ayırttığımız için mutluyum. O malum günde ilaç kanına karıştığı için bugün buradasın Esen Hanım. Her taraf ayna dolu, gözlerini aşığının üzerinden alabilirsen bir bak, ne hale gelmişsin!

Aynaya baktığımda karşımda onlarca Esen vardı. Beyaz saçları sıkıça toplanıp topuz yapılmış. Gözünün üstüne ve altına çizdiği iri çizgilerle Mısır Tanrıçalarını hatırlatan kırmızı rujlu kadın. Mor mayosunun üzerine ince tülden bir bir parça giymiş tüm bedeni arı şeklinde altın broşlarla kaplı olan kadın. Aynada gördüğüm kadın on beş gün önce tanıdığım kadından tamamen farklıydı ama bu durum beni hiç rahatsız etmiyordu. Kendimi incelemem bitmemişti ama o konuşmaya devam ediyordu.

- Başarılı bir doktordun ve tesadüf eseri yürüyen panzehir haline geldin. Sırf bu yüzden sana dokunamayacağımızı mı sanıyorsun? Sen ve yanındaki şu manyak, kendinizi ne sanıyorsunuz. Esen Kaplan seni, tüm sevdiklerini, kıyafetindeki böcekler gibi ezerim! Köpeğin de sende haddinizi bilin!

Vay be! Şaire göre yolun yarısına gelmek üzereydim, onlarca deney yapmış ve hatta kıyamet günün yaşamıştım ama ben böyle bir manzara hayatımda görmemiştim. Başkanın yüzü kızardı, kızardı, kızardı... Kan çanağına dönen gözleri, çizgi haline gelen ve taşmak isteyen damarları tüm aynalara yansıdı. Ve muhteşem final, tüm akisleri kaplayan kan ve saf et! Başkanın vücudu tazyikli bir hortum gibi etrafı kırmızıya boyadı. Doktor'un kızlarından ince bir ciyaklama sesi duyuldu başka ses yok. Bir kaç parmak şıklatması ile Bakan'ı patlatan Kemal, ceketinin yakasındaki mendili şık bir hareketle açtı, önce benim yüzümdeki insan parçacıklarını sonra kendi yüzündeki kalıntıları sildi. Timur'dan hala bir tepki görememiştim fakat Başkan histeriye tutulmuş gibi titriyordu:

-NE İSTİYORSUNUZ?

Cevabımın Timur'un dudağında belli belirsiz bir tebessüme yol açtığına emindim. Oturduğum yerde ellerimi dizlerime koyup, Başkan'a doğru eğildim. Kanlı yüzlerimiz arasında kısacık bir mesafe vardı. Gülmeme engel olamamıştım ve bu işleri daha da netleştiriyordu:

-Her şeyi.

--------------------------------------------------

* Kitapta bahsi geçen parça, Jean Philippe Rameau-Suite in G minor;

https://youtu.be/lDsOFR4XVwk

Metamorfoz Serisi-BaşlangıçDonde viven las historias. Descúbrelo ahora