Bölüm 28- Yolculuk

1.3K 129 26
                                    

Patlamadan sonra 30. gün, Hüma...

Küçük kar tanelerinin avuçlarıma doluşunu izlemeyi seviyordum. Çocukken ne zaman kar yağsa Bukra ve ben nefes alamayacak kadar sıkı giyinip dışarı çıkardık. Kollarımızı iki yana açıp gücümüz bitene kadar kımıldamadan öylece dururduk. Eğer yeterince dayanabilirsek birer kardan adam olacağımızı düşünürdük ama küçük bedenlerimiz biz kara bulanmadan önce iflas eder ve olduğumuz yere çöküverirdik. Bukra benden daha hareketli bir çocuktu ama "kardan adam olmaca oyunu" onun bile uzun süre hareketsiz kalmasına sebep olurdu. Yine karın ufak ufak atıştırdığı bir gecede bu sefer dört kişi oturmuş karın içimizi soğutmasını bekliyorduk.

"Eğer bir şehir yanıyorsa bunun tek bir anlamı vardır." dedi Emir, işaret parmağının ucunda minik bir alev ışıldıyordu. "Sauna için para vermene gerek kalmaz." İstemsiz bir şekilde gülsem de bu espriden hiç hoşlanmamıştım. Tüm olan biteni ne kolay hazmediyordu bu çocuk. Devlet başkanımız yaklaşık bir ay önce varlığından haberdar olduğumuz, mutantlaşmış insanlar tarafından kaçırılmış, ülke hatta Dünya birbirine girmişti. Kendisi ise çok kısa bir süre önce bir kavga sırasında çocuğun tekini yakmış böylece değişen dünyanın nimetlerinden faydalandığının farkına vermişti. Cesur panik içinde, Emir'in alev almış parmağını rüzgar yaparak söndürmeye çalıştı:

-Kafayı mı yedin sen? Çocuğun birini yaktığın yetmedi, evini yaktın şimdi de bizi mi yakacaksın ha!

- Bedavaya ısıtıyorum sizi daha ne istiyorsun.

Emir kıskıs gülüyor, minik alevleri Cesur'un suratına doğru üflüyordu. Bu çocuğun adı gerçekten Cesur mu yoksa bu onun lakabı mı hiçbir zaman bilemedim. Gördüğüm ilk sarışın bonus oydu. Saçlarının arasından zar zor seçilen kırmızı kulaklığı onun bedenin bir parçası haline gelmişti ve Cesur'u Cesur yapan şey insanın aklına gelebilecek her şeyden korkmasıydı.

- Tek derdimiz ısınmak değil ki! Seni saklamalıyız Emir bunu biliyorsun, devlet değişenlerin kaydını tutuyor.

Emir parmaklarını, Cesur'un suratından çekip en yakın arkadaşına döndü.

- Biliyorum, Bukra. Ama bunu dert etmiyorum. Yakında değişenlerin günü gelecek, o zaman sisteme kayıtlı olup olmamam bir önem arz etmeyecek.

- Değişenlerin gününü gayet iyi gördük. Babam kaç zamandır onların elinde... Sen istesen bile gitmene izin vermem. Hem sen diğer değişenler gibi değilsin, sen şu Kraliçe denen kadının gerçekleşen kehanetisin!

İkisinin muhabbetine Cesur da katıldı. Tek kolunu Bukra'nın omzuna atıp:

-Sanki sen değil misin kardeşim? Hani şu istediğin yere ışınlanma olayı... İkiniz de birer ucubeye dönmediğiniz için mutluyum. Saat iyice geç oldu, siz kendinizi bir şekilde kurtarırsınız ama ben normal bir insanım. Bakın ne diyorum... Beyler... Eve mi dönsek?

O kadar uzun süredir sessizdim ki varlığımı unutmuşlardı. Boğazımı hafifçe temizleyerek, ben de buradayım mesajı verdim. Mesaj yerine ulaşmıştı:

-Hem Hüma da üşümüştür.

- Yoo üşümedim. Sizden ne farkım var ki benim sadece ben üşüyecekmişim.

Emir parmaklarından çıkan alevi el feneri niyetine çenesinin hemen altına tutmuş, gölgeler yüzüne vurmuştu:

- Benden biraz farkın olduğunu itiraf etmelisin.

Yüzümde kocaman bir gülümseme olmuştu. Elimden tutup kaldırdı beni. Ellerim buz tutmuştu, biriktirdiğim tüm karlar avuçlarının sıcağında eridi. "Bir aksilik çıkmadan evimize gitsek artık." diye huzursuz huzursuz söyleniyordu Cesur. Daha cümlesi bitmeden ağaçların arasından bir çığlık sesi duyuldu. Kafası yerinde olmadığı her halinden belli olan cılız bir adam, karısı olduğunu tahmin ettiğim bir kadını evire çevire dövüyordu. Bukra ve Emir yanımızdan fırlayıp onlara doğru gittiler.

-Hooop yavaş!

-Sen ne yapıyorsun kardeşim, kum torbası mı o?

İki delikanlı, kadını adamın elinden kurtarmış, kendi adaletlerini kendileri bir güzel sağlıyordu. Ben de bizimkilerle birlikte olaya müdahale edecektim ki, biri elimden tuttu:

- Gitme Hüma, sen burada kal. Hatta... Hatta bende senin yanında kalayım ne olacağı belli mi olur belki adam sana da bulaşmak ister.

"Bırak beni Cesur!" demeye kalmadan bizimkilerin elinden kaçan adam bir anda burnumun dibinde bitti. Kolumu büküp beni kendine doğru bastırdı. Her şey o kadar ani olmuştu ki! Adamın elinde bıçak  vardı. Bukra adama doğru temkinli adımlarla ilerliyordu:

- Lan, bırak kardeşimi!

Ama Emir'in göz bebekleri bile neredeyse kırmızıya dönmüştü. Kimliğini açık etmemek için kendini zor tuttuğunu görebiliyordum. Bekçilerin kol gezdiği bu yerde değişenlerden olduğunun anlaşılması işten bile değildi. Bukra ve onun değişen olduğunu henüz kabullenememişken bir de yakalanmalarına tanık olmak istemiyordum. Bu adam şurada boğazımı kesse onların yokluğundan daha az canım yanardı. Adamın öfkesi bilincinden fazlaydı. Bir sağa bir sola savruluyor beni de yanında sarsıyordu. Sersem herif yanlışlıkla bir yerimi kesecekti:

-Siz benimle karım arasına girdiniz, ben de bu kızı sizden alıcam!

Adamın tehditlerine daha fazla dayanamayan Emir'in bütün bedeni alev almaya başladı. Bütün bedeni kırmızı bir alevle kaplanmıştı ama bu ateş ona zarar vermiyordu. Taze değişenin bu halinden korkan adam karısını ve beni orada bırakarak kaçmaya başladı. Kaçarken sesi ortalığı inletiyordu:

- Onlardan! O yaratıklardan biri burada! Kimse yok mu! Onlar içimize karışmış... Bekçiler, polis biri onu tutuklasın! Ateşler saçıyor hepimizi yakacak!

Bukra, Emir'i sakinleştirmeye çalışıyordu. Cesur ise yanımda panik halinde söyleniyordu:

-Bittik biz bittik. Kesin bizi tutuklayacaklar. Bekçi ilk bizi yakalar neden başkasını yakalasın ki. Sabaha karşı burada ne işimiz vardı ki bizim! Saat sabahın üçü, başı boş dört genç. Gençliğim deneylerle heba olacak.

Cesur'a bir tokat attım:

-Kendine gel. O kadar kişi içinde bizim olduğumuzu nereden bilecekler? Hadi uzaklaşalım buradan.

O şom ağzın tüm dedikleri nedense saniyesinde gerçek oluyordu. Sarhoş adam bekçilere bizi gösteriyordu. Adımlarımızı hızlandırdık. Kardeşimin işaretiyle bodur bir çalı topluluğunun arkasına saklandık.

- Şimdi bizi alıp eve götürmeye çalışacağım, el ele tutuşun.

- Bizi eve götüreceğini nerden bilelim? Bu konularda hiç tecrüben yok ki senin. Daha iki günlük değişensin lan sen!

- Sus Cesur ve Emir'in elini tut!

- Ya beceremezsen? Tut ki bizi kendi evin diye yanlışlıkla Kraliçe'nin evine ışınladın, ne halt edeceğiz o zaman biz?

Önce parktaki adamın sesi ardından Cesur'un sesi boşlukta kayboldu. Bütün bedenim küçük bir delikten geçer gibi büzüldü, hortumda savrulur gibi savruldu. Ne kimsenin elini hissediyordum ne de bastığım yeri. Bu birkaç saniye sürdü. Önce baş ağrısı ardından mide bulantısı ile kendime geldiğimi fark ettim. Gözlerimi açtım. Bedenimi yokladıktan sonra bizimkilere baktım. Herkes buradaydı ama biz neredeydik? Kendi evimizde değildik. Her taraf yine yeşildi ama burası park değildi. Dev bir köşkün bahçesindeydik. Güneş yavaş yavaş doğmaya başlamıştı.

Metamorfoz Serisi-BaşlangıçWhere stories live. Discover now