Bölüm 47- Başlangıç'ın Sonu 3

558 54 11
                                    


Patlamadan sonra 40. gün, Burak...

Binmem gereken dev beyaz minibüsü görünce nefesim kesildi. Arabanın en üstünde "Başkan" duruyordu! O adamın orada öylece dikilmesi bana bir tek bana mı garip geliyordu, Allah aşkına? Ezra'yı hızla dürtüp aracın üzerini işaret ettim. Genç değişen bu duruma çok şaşırmamış olacak ki, omuz silkip:

- İlahi adalet, deyiverdi.

Aslında Başkan'ın başına ne geldiği çok da umurumda değildi ama herhangi bir halat, koruyucu bir kafes olmadan o adam nasıl öylece duracaktı hem de onca yol boyunca?

- Seni sonsuza kadar bekleyeceğimi mi sanıyorsun, sessiz oğlan?

Doktor, minibüsün kapısından bana bağırıyordu ve sanırım bana gel işareti yapıyordu? Onun bana seslenmesiyle birlikte kendimi yerde, dört ayak üzerinde buldum. Siyah araca doğru hızlı hızlı emekliyordum. Kraliçe'nin merhameti imdadıma yetişmeseydi, daha çok köpek gibi yürürdüm:

- Kemal! O çocuğa ihtiyacımız var.

İçimden "Şerefsiz herif... Bana bunu yaptırmana cidden gerek var mıydı?" diye geçirdim. Yüzüm düşmüş bir şeklide yerime yerleşirken, Doktor peşimi bırakmaya niyetli değildi. İki eliyle dudaklarımın kenarından çekiştirdi ve zoraki bir tebessümü suratıma oturttu. Çatlayan sesiyle gülüyor bir yandan da kesik kesik konuşuyordu:

- Bu kadar asık suratlı olma. Araca asılı bir şekilde de gidebilirdin! Hahahaha...! Gördün mü? Onu orada ben tutuyorum... Rüzgar onun cildini biraz kurutacak ama...

Tırtıklı parmaklarını yüzümde ufak kırmızı çizgiler bırakarak çekti ve kendi yüzüne götürdü. Parmak uçlarını yüzüne krem sürermiş gibi hareket ettirip gülüyordu:

- Ama biraz bakımla üstesinden gelebileceğine eminim.

Benden uzaklaşıp eşinin yanına oturdu. Kraliçe'nin incecik bileğini dudaklarına doğru götürürken konuşmaya devam etti:

- Damarlarında cilt kuruluğuna iyi gelen bir madde de var mı karıcığım? Şşşş sen söyleme sürpriz olsun, ben kendim bulurum...

Bu adam hiçbir şey içmeden kafayı bulabiliyordu. Bu, onun sorunları ile başa çıkma biçimiydi ve hoşlanmasam da onu yargılayamıyordum. Doktor'un olduğu tarafa bakmamaya çalıştım, başımı filtreli cama yasladım. Sokaktaki insanların neler düşündüğünü merak ediyordum.

Sokaklar... Sokaklar saati ve yeri belli olan cinayetleri bekliyor gibiydi. Güvenlik tedbirleri şehrin her yerinde alınmıştı. Evde kalmayı zorunlu hale getiren bir yasa çıkmamıştı ama aklı başında kimse böyle günde sokakta olmak istemezdi. " Siz Deccalsiniz!" diye bağırıyordu sokaktaki bir adam, bizim arabamızı göstererek. Üzerimize ne bulsa atıyordu insanlar. Polisin tüm önemlerine rağmen sökülmüş kaldırım taşları, renkli boyalar çürük meyveler... Hepsi üzerimize doğru geliyor ardından koruma kalkanına çarpıp geri dönüyordu.

İnsanları çıldırttığımız için üzgündüm ama onlar da bizi göz göre göre delirtmişti. Yoksa tüm bu başımıza gelenlerle başka türlü başa çıkamazdık. Delilik, dünya tüm neşesini yitirdiğinde mutlu olmak için sergilediğin bir tiyatrodur demişti bir yazar. Belki de ben demiştim, bilmem. İstemsizce Kemal' e baktım. Yarı beline kadar camdan sarkmış halde Başkanla konuşuyordu. Biraz daha ilerlediğimizde çürük meyve kokuları ve küfürler yerini destekleyici pankartlara, parlak maskeleri olan bir kalabalığa ve tezahüratlara bıraktı. Bu insanlar bizdendi! Bu insanlar bizdendi ve Halil ağabeyi öldüren topluluğun ta kendisiydi!

Metamorfoz Serisi-BaşlangıçWhere stories live. Discover now