27. Bölüm

48K 2.4K 1.3K
                                    






Eylem


Fırat bana söz hakkı verme gereği duymadan son sözünü söyleyip konuyu kapatmıştı. Söz söyleyecek halim de kalmamıştı zaten. Yok yere bir insan ölmüştü. Saçma sapan bir inatlaşma yüzünden, Selim'in, abimin ve hatta Fırat'ın ama en çok da benim yüzümden bir insan ölmüştü.

Bülent'in bana olan ilgisi Selim'in hırslarıyla karşı karşıya gelince benim Selim'e olan zaafım devreye girmiş ve olay içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Öyle ki günün sonunda Bülent ölmüş, Selim katil olmuştu. İkisi de masum değildi fakat beni asıl kahreden arka planda benim de çok masum olmayışımdı. Olayın bu raddeye geleceğini asla tahmin edememiş ve yangına körükle gitmekte hiçbir sakınca görmemiştim. Sonuç olarak, ufacık bir kıvılcım devasa bir yangına dönüşmüştü. Fırat her ne kadar beni o yangından uzak tutmaya çalışsa da bunun mümkün olmadığını ikimiz de biliyorduk. Ortada büyük, hatta çok büyük bir suç vardı ve ben de payıma düşen vicdan azabını layıkıyla çekecektim.

Cam kenarındaki sandalyede oturmuş ikinci sigaramı içerken Fırat üstünü değiştirmek üzere gittiği yatak odasından dönmüştü. Daha ne kadar burada oturabilirdim bilmiyorum fakat tek yapmak istediğim bu sandalyede oturmaya devam edip, boş gözlerde şehri izlemekti. Çektiğim vicdan azabı kalbime sığmıyor, tüm vücuduma yayılıp her yanımı acıyla yoğuruyordu. Başımdaki ağrı daha da şiddetlenmiş, şakaklarımdan enseme doğru yayılan zonklama zihnimi allak bullak etmişti. Düşünemiyordum.

"Ben çıkıyorum" dedi Fırat dümdüz bir ses tonuyla. Omzumun üstünden geriye doğru baktım. Siyah bir takım elbise giymişti. Telefonunu iç cebine yerleştirip tezgahın üzerindeki iPad'i aldıktan sonra gözlerini gözlerime dikti. Hafifçe başımı sallayıp sessizce sigaramı içmeye devam ettim. Kavga edemeyecek kadar üzgündüm.

Bakışlarımı tekrar İstanbul'un gri bulutlarla gölgelenmiş silüetine çevirdiğimde yaklaşan adım sesleri yanıbaşımda durdu. Kavga edecektik anlaşılan.

Ben içimdeki yılgınlıkla boğuşurken Fırat masaya yaslanıp parmaklarımın arasındaki sigarayı aldı ve kendi dudaklarına götürdü. Uzun bir nefesi ciğerlerine çekip hemen sonra sigarayı söndürürken gözleri gözlerimi bulmuştu. Bülent'in ölümünden hiç etkilenmemiş gibi bir hali vardı. Etkilenmemişti de. Şu an tek derdi benim Selim'den uzak durmamdı.

"Yas mı tutacaksın?" dedi çenemden tutup başımı yukarı doğru kaldırırken. Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyordu aklım almıyordu. Ortada büyük bir günah vardı ve istemeden de olsa kendisi de bu günaha ortak olmuştu. Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edemezdik, etmemeliydik.

"Benim yüzümden bir insan öldü" dedim hafiften sitem içeren acı yüklü bir ses tonuyla "Öylece durup izlememi mi bekliyorsun?"

Bakışları anında buz keserken "Senin yüzünden değil" dedi kestirip atar gibi "O iti temize çıkarmak için saçma sapan bahaneler üretip kendini kandırma. Yeter artık yapma!"

Öfkesi anbean yükseliyor ve aşılması imkansız duvarlar örüyordu aramıza. Ne dersem diyeyim o duvarları yıkamayacağımı, Selim söz konusu olduğu sürece bana asla hak vermeyeceğini biliyordum.

"Tamam" dedim daha fazla tartışmamak için. Boşa kürek çekecek halim yoktu. Haddinden fazla kötüydüm zaten.

"Ne tamam Eylem?" dedi ayağa kalkıp "Şu kapıdan çıktığım anda o itin peşine düşeceğini bilmiyor muyum? Çocuk mu kandırıyorsun?"

Sorduğu soruya verecek bir cevabım yoktu. Ne diyebilirdim ki? Olacakları söylüyordu. Çektiğim vicdan azabını geçtim, yıllarca öyle ya da böyle yanımda olan insandan bahsediyorduk. Ne kadar aciz, ne kadar korkak olursa olsun, bugüne kadar beni ayakta tutan insandan.

İSYAN ÇİÇEĞİWhere stories live. Discover now