46. Bölüm

37.8K 2K 1.1K
                                    





Eylem

Kalbimin üzerinde bir taş vardı sanki. Varlığını unuttuğum, soğukluğuna alıştığım, artık hissetmediğim, hissetmediğimi sandığım koca bir taş. Gün geliyor o taşın ağırlığı kalbime çöküyordu. Nefes alamadığımı hissediyordum öyle anlarda. Şu an olduğu gibi.

Ayaklarım yere çivilenmiş, dudaklarım mühürlenmiş, gözlerim, gözlerini bana miras bırakan kadının soğuk, yeşil gözlerine kilitlenmişti.

Kafamın içi koca bir boşluktan ibaretti sanki ve o boşlukta yankılanan tek bir kelime vardı; Neden?

Neden gelmişti?

Soramıyordum. Ağzımı açıp da tek kelime edemiyordum.

Bir ölününki kadar solgun, beyaz teni ve yorgun bakışları hatıralarımdaki öfkeli kadınla pek örtüşmese de, konuşma cesaretini gösteremiyordum. Konuşmazdık biz. Mecburiyetlerin biraraya getirdiği iki insandan öteye geçememiştik hiçbir zaman. Burada olmasına anlam verememem tam da bu sebeptendi. Neden gelmişti?

İçeri davet etmeyeceğime ikna olmuş olsa gerek, gözlerini gözlerime sabitleyip "Girebilir miyim?" diye sordu.

Kutuplar kadar uzak, bir o kadar soğuk bakışları öylesine yer etmişti ki zihnimde, rica eden ürkek bakışları canımı yakmıştı.

Kenara çekilerek içeri buyur ettim misafirimi. Sessiz adımlarla içeri girdi. Mustafa'nın ne olup bittiğine anlam veremeyen şaşkın bakışlarına aldırmadan kapıyı kapattım. Salona girdim sonra. Peşimden geldi. Işığı açtım. Karşılıklı durduk salonun orta yerinde. Şu noktada viski ikram etmem gerekiyordu muhtemelen fakat etmeyecektim.

Viski içerdi en çok. Daha da soğurdu bakışları. Buz keserdi. Yok olurdum o sızana kadar. Hiçliğimi unutmaya çalışırdım. Unutamazdım.

"Neden geldin?" dedim öylesine. Hissiz, duygusuz.

Bir adım öne çıktı. Nereden başlasam diye düşündüğünü düşündüğüm bir dakikalık bir sürenin ardından yutkundu. "Bir kızım var" dedi. Gözleri doldu.

Ben yutkunamadım.

"Allah bağışlasın" dedim.

Bir tane kızı vardı sadece, haklıydı.

"Elif" dedi. Merak etmiyordum. "Altı yaşında" diye ekledi. Biliyordum. Sol gözünden akan bir damla yaşı sildi.

"Çok hasta" dedi titreyen dudaklarının arasından "Lösemi..."

Gözlerinden dökülen yaşlar birer yumru olup boğazıma oturuyordu.

"Uygun donör bulunmazsa öleceğini söylüyor doktorlar" dedi "Altı yaşında daha... çok küçük" diye devam etti.

Kalbimdeki taşın ağırlığı nefesimi kesiyordu.

Aramızdaki mesafeyi kapatıp kolumu tuttu. Hissetmiyordum.

"Ölmesine izin veremem..." dedi isyan edercesine. "Sinan'la dokuları uyuşmadı... seninle belki..."

Kolumu çekip başımı iki yana salladım.

"O senin kardeşin..." dedi insafsızca "onu kurtarmak zorundasın... ölmesine izin veremezsin."

Mustafa geldi. "Dışarı çıkın lütfen" dedi kolunu tutup. Çıkmadı.

Bir fotoğraf çıkardı çantasından. Elime tutuşturdu. "Kardeşin o senin" dedi "ölmesine izin veremezsin!"

Evladı için tüm dünyaya meydan okuyan bir annenin kararlılığı vardı gözlerinde. Her ne pahasına olursa olsun kızını yaşatacağını haykırıyordu isyankar bakışları.

İSYAN ÇİÇEĞİWhere stories live. Discover now