47. Bölüm

37.7K 1.9K 1.2K
                                    









Eylem

Safiş'in pervasızca savurduğu tehdit, ne abimi ne de Fırat'ı pek etkilemiş görünmüyordu fakat akşamdan bu yana kırılmaya pek bir meyilli olan kalbim bir kez daha çatırdamıştı. Zihnimin derinlerine ittiğim, sandıklara kaldırıp üstüne kilitler vurduğum anılarımın böyle ulu orta konuşulması kalbimi kırıyordu. Kimsenin merhametine ya da acımasına ihtiyacım yoktu. Güçlüydüm ben. Dün gece biraz sarsılmış olabilirdim fakat üstesinden gelemeyeceğim bir durum değildi yaşadıklarım. Küçük bir kız çocuğu değildim artık ben. Küçük bir kız çocuğuyken yaşadıklarımın üstesinden gelmeyi öğrenmiştim.

"Yürü be Safiş!" dedim elimi omzuna vurup "Kim tutar seni!"

Uzun süren bir sessizlik oldu. Birinin kız doğuracağı tutmuştu sanırsam. Allah analı babalı büyütsündü.

Safiş'in gözlerime diktiği kınayan bakışları gülmeme neden oldu. Güldüm. "Valla esaslı kadınsın" dedim elimi omzuna bir kez daha vurup "Parti kur oy verelim!"

Uzun süren sessizliğin gidesi yok gibiydi. Kimse konuşmuyordu. İkiz olmuştu belki de. İkinci de kızdı demek. Allah bağışlasındı.

Masaya yanaşıp kenara doğru ittirilmiş meyve tabağından bir tane mandalina aldım. Oğuz cama yaslandığı için tam önünde duruyordum. O da susuyordu. Mandalinayı soyup bütün halde ağzıma attım.

"Kuzum mideni ağrıtır, yeme aç karnına" dedi Safiş. Ses tonuna pişmanlığın elli tonu yerleşmişti. Gönül isterdi ki Gri'nin elli tonu yerleşsindi ama hayaller Christian gerçekler Safiş'ti yine bugün.

İkinci mandalinayı soyarken "Sen paçayı sefer tasına koy" dedim büyük bir ciddiyetle "şirkette yerim ben. Acelem var şimdi."

Levent Bey de kusura bakmasındı artık, şifa niyetine içecektim mecbur.

Soyduğum mandalinayı tek seferde ağzıma attım yine. Üstüne sigara yaktım. Şimdiye kadar edindiğim tecrübelere dayanaraktan terasa çıkmam gerekiyordu sanırım ama çıkamazdım hiç. Üşüyordum terasta.

İlk nefesi çektikten sonra bakışlarımı abim ve Fırat'ın üzerinde gezdirdim. Göz göze gelmemizin benim açımdan bir mahsuru yoktu. Ki zaten ikisi de pür dikkat beni izliyordu. Canı yanmış, yaralı birer aslan gibi.

"İşim bitince ben seni ararım" dedim abime. İkinci nefesi çektim "bir an önce halledelim bitsin. Vereceğim bir tüp kan sonuçta, amma abarttınız. Duyanda canımı veriyorum zannedecek."

Yine sessizlik.

Üçüncü nefesi çektiğim sigarayı söndürüp kapıya yöneldim. Safiş önüme geçti. Yaşlı gözlerle yüzüme baktı. "Birkaç lokma simit ye de öyle git..." dedi yalvarır gibi "kahve de yaparım ben sana. Böyle olmaz aç acına."

Yanaklarını sıkıp "Olur sultanım" dedim aceleyle "sen hazırla, ben üstümü değiştirip geliyorum."

Safiş "Hemen hazırlarım" dediğinde hızlı adımlarla mutfaktan çıktım. Arkamdan bir kırılma sesiyle birlikte Fırat'ın öfkeli sesi yükseldi "Sikerim böyle işin gelmişini geçmişini..."

Yatak odasını hızla geçip giyinme odasına yöneldim. Yetişmem gereken bir toplantı vardı. Giyinme odasının bana ayrılan hatrı sayılmaz derecede küçük bölmesinde bir takım kıyafetler vardı. İş toplantısı için epey uygunsuz kıyafetler. Beyaz bir gömlek ilişti gözüme. Giydim hemen. Beğenmedim. Çıkarıp siyah bir elbise giydim. Çok sıradandı. Onu da çıkardım. Siyah bir tişörtle bordo etek giydim. Akşam sahile gidecektim, üşürdüm mini etekle. Çorabım bile yoktu eteğin altına giyebileceğim. Siyah bir pantolon buldum son olarak. Başka seçeneğim yoktu. Pantolonu giydikten sonra üzerine beyaz şifon bir gömlek giydim. Gömleğin düğmesi kopmuştu.

İSYAN ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin