54. Bölüm

40.6K 1.8K 1.9K
                                    










Eylem

On altı yaşım.

En hırçın, en çılgın, isyankâr, başıboş, umarsız, kaygısız, sınırsız yaşım.

'Ne yaptığını sanıyorsun sen?' diye bağırıyor. Ete kemiğe bürünmüş öfkesi karşısında sessizliğimi koruyorum.

'Yeter saçmaladığın, bir çeki düzen ver artık kendine!" diye bağırıyor.

Titreyen elleri, tiksinircesine gözlerime diktiği küçümser bakışları, varlığımdan duyduğu rahatsızlığı gizleyemeyen ses tonu karşısında susuyorum yine.

"Özür dileyeceksin!" diyor işaret parmağını havaya kaldırıp 'Hem Mert'ten, hem de ailesinden özür dileyeceksin!"

En yakın arkadaşının biricik oğlunun dişlerini eline verdiğim için öfkeli olması normal karşılanabilir fakat haklı olmanın verdiği rahatlıkla kollarımı göğsümde birleştirip 'O piç kurusundan özür dileyeceğine ölürüm daha iyi!' diyorum umursamaz bir tavırla.

Hırsla üzerime yürüyüp yanağıma sert bir tokat atıyor. En ufak bir tepki vermiyorum. 'Ben de hata ki polise gitmelerine engel oldum!' diyor aynı hırsla 'Çocuğu ne hale getirmişsin? Bıktım artık senin bu saçmalıklarından! Ya aklını başına toplarsın, ya da....!'

Defolup giderim bu evden.

'Hemen şimdi gidiyoruz, özür dileyeceksin' diyerek kolumdan tuttuğunda 'Asla!' diyorum. Elinden kurtulmak için çabaladığım esnada bir tokat daha patlıyor suratımda 'Seni doğurduğum güne lanet olsun!' diyor bir ritüeli gerçekleştirir gibi.

On altı yaşında olduğum için üzülüyorum bu serzenişine. Duygularıma öylesine kayıtsız, üzüldüğümü fark etmekten öylesine uzak ki, hız kesmeden devam ediyor. 'Bıktım artık senden de, başımıza açtığın belalardan da! Yarın sabah ilk işin önce Mert'ten sonra Şebnem'den özür dilemek olacak! Defol git şimdi odana, gözüm görmesin seni!!!"

'Çok beklersin!' diyerek yanından geçiyorum. Geçemiyorum ya da. Kolumdan tutarak kendine doğru çeviriyor beni. Elini havaya kaldırıyor yine. Bileğinden tutup engel oluyorum bu defa. 'Sakın!' diyorum dişlerimin arasından. Deli tarafımı bildiği için bir adım geri çekiliyor.

Gözlerindeki nefret öylesine büyük ki, on altı yaşında olduğum için daha fazla tutamıyorum kendimi. 'O orospu çocuğu her fırsatta beni taciz edecek' diyorum üzerine yürüyüp 'ama ben sesimi çıkarmayacağım öyle mi? Çıkarmayacağım çünkü ben hak ediyorum taciz edilmeyi. Öyle dedi bugün o piç kurusu, biliyor musun? Benim de gönlüm varmış. Yolluymuşum ben de senin gibi. Niye nazlanıyormuşum ki? Babamın midesi genişmiş nasıl olsa..."

Bir tokat daha yiyorum suratıma fakat acısını hissetmiyorum. Daha büyük bir acıyla kavruluyor çünkü içim dışım. Nasıl bir öfke nöbetine tutulduysam artık, kapı sesini de, babamın eve geldiğini de duymadığımı babamı karşımda görünce fark ediyorum. Gözlerindeki acı kahrediyor beni. Ölüyorum utancımdan.

'Baba' diyorum yalvarırcasına 'ben... ben öyle demek istemedim...'

Sessizce başını sallıyor. Anlayış dolu bir tebessüm yerleşiyor dudaklarına. Mahcup bakışları içimi kıyıyor. Elini yanağıma yerleştirip alnımdan öpüyor. Arkasını dönüp gidiyor sonra. 'Ahmet' diye sesleniyor arkasından. Duymuyor babam.

Nefes alamadığımı hissedince kendimi bahçeye atıyorum. Ocak ayının keskin soğuğu bıçak gibi kesiyor tenimi. Gecenin karanlığında kaybolmak istiyorum. Utancımda boğulmak, yok olmak istiyorum.

İSYAN ÇİÇEĞİWhere stories live. Discover now