8. Bölüm: Gökyüzünün Şahitleri

34 18 195
                                    

Birinin çığlıklarıyla uyandım.

“GEÇ KALMIŞIM YAHU!” Gözlerimi titreterek uyandım. Ve doğruldum. Bu Giny’di. Hızla eşyalarını toplarken diğerlerini de uyandırmıştı. “Ben kaçtım.” Diyerek kapıya koştu.

Ekip te hızla toparlanmaya başladı. David “Teşekkürler kaptan.” dedi. Temizlik için yardım edenlerdendi. Onunla birlikte diğerleri de teşekkür etti. Ve yavaşça çıktılar.

Alex projenin el çizimini ve bilgisayar çizimiyle hala koridorda durup bana bakıyordu. Kollarımı kavuşturdum. “Hayrola?”

Güldü. “Kaptan, bence artık sana ev işleri için bir yardımcı bulmalıyız. Hem anneniz de bunu çok istiyor. Bizde arada geldiğimizde iki ev yemeği yeriz?” Ahşap zemine baktım. Bütün işleri tek başına yapmak çok zordu. Fakat evde birinin durması... Bilemiyordum.

“En azından bir iki tane araştırma yapmama izin ver. Son karar yine senin  olsun?” derin bir nefes verdim. Fakat hafif güldüm. Küçük kardeşim ve kuzenim kadar inatçıydı gerçekten. “Pekala, sen işlerini aksatma da...”

Alınmış gibi kaşlarını çattı. “Sakın kaptan! Bir daha bana performansımın kötü olduğunu söyleme.” “Peki, peki. En iyi sensin!” Yine de sinirle bana bakıyordu. 
Yanına gidip omzunu sıktım. “Bu iş sende o halde.” Kafasını sert bir şekilde salladı fakat hala duruyordu.

Kollarımı belime koyup tek kaşımı kaldırdım. “Kaptan acaba diyorum.” “Leyla ile konuşmak istiyorsun.” “Evet.” Arkamı döndüm. “Okuluma gel. Bu gün dersimiz var.” Telefonumu alıp ona bir izin oluşturdum ve kodu onun telefonuna yolladım. “Saat 2.30 sakın kaçırma.”

“Yah!” Diye haykırdı. “Bir tanesin kaptan.” Ona döndüğümde çoktan koşarak kapıdan çıkmıştı. Koca ev tekrar sessizleşmişti. Etrafımı bir kez kontrol ettim ve gülümsedim. Acıkmıştım. Mutfağa gidip kendime bir tost yaptım. Tostu ağzıma aldığımda telefonum çaldı. Kolumdaki saatten baktım. Deka ... Somurtup biraz beklettim. Ve sonra açtım. Kendimce uğraşıyordum yani.

“Buyurun?” “Eylül hanım benim. Deka-“ “Evet, telefonda isminiz çıkıyor efendim.” Bir süre sustu sonra devam etti. “Bu gün 2.30 boş musun?” “Hayır efendim maalesef, dersim var.” “Pekala o halde şimdi boş musun?” Dudaklarımı büzdüm. “Evet boşum.” “O halde benim için bu gün hava alanına gidip iki profesörü alabilir misin. İkisi de mimarlık bölümünün yeni profesörleri.”

Tek gözüm seğirdi. Neden onları almak isteyeydim ki? “Profesörlerinle önceden tanışmak istersin diye düşündüm. Onların da senin kadar başarılı birini görmeleri çok iyi olur.” Ha, yani henüz okula gelmemişlerdi. Sessizliği sürdürdüm.

“Bu çaban, senin mimarlıkta eğitim kadrosuna kesin bir şekilde geçmek bir yana, dekan yardımcısı olman için de harika bir fırsat.” Artık otoriteyle bir derdim yoktu.

Derin bir iç çektim. “Teşekkürler dekan bey.” Dedim. Her halükarda dekana hayır, diyecek değildim. Kariyerimi çöp edebilirdi. “O halde acele et Eylül.” Homurdanarak telefonu kapattım. Beni sergileyerek hoca kazanmak ne kadar da güzel taktik.

Tostumu yerken odama gittim. Sanki yeterince işim yokmuş gibi. Yüzümü yıkadım ve hazırlanmaya başladım. 
Kimseden geç kaldığımla alakalı azar yemezdim. Nihayetinde geçmişten dolayı her zaman tetikte ve direk doğrulup hazırlanmaya eğilimli bir yapım vardı.

Koyu kahve bir kazak, süt kahvesi bir İspanyol paça pantolon ve farklı bir kahve tonunda kaban giydim. Kafama da sütlü kahve renginde bir kasket taktım. Arabaya bindiğimde Alex aradı. “Projeyi teslim ettim. Fazladan para ödeyecek!” 

Sesi oldukça memnun ve mutluydu. “İyi iş Alex. Senin sayende oldu.” “Evet, paraya ihtiyacım olduğundan biraz didindim.” Kahkaha attım. “Seni hep fakir mi bıraksam ne?” “Kaptan!” Dedi duygusal ağlamaklı bir sesle. Çok dürüsttü.

“Aslında Alex, bu kadar didindiğinden bu projenin sonraki aşamasının  yönetmen mimarlığını sana vermek istiyordum. Fakat fazla-“ “Hayır! Yani çok memnun olurum.” “Emin misin? Çok dolsun gerçekten de?” “Kaptan! Yeter artık kaç kere diyeceğim yine beni-“ “Peki peki, şu nutuklarını çekme yeter. Fakat... Alex senin de bir sınırın yok mu be adam?”

Kahkaha attı. “Kaptan, kaptan kaptan...” dedi küçümseyici bir şekilde. “Daha da zorlayın.” Kaşlarımı çattım. “gençlik enerjini ve para kazanma ile yükselme hırsını anlıyorum. Beni geçme arzunu da fakat bende en iyi elemanımı kaybetmek istemiyorum.” “Ama baş mimar benim değil mi, David’e söyleyip yüzüne tokat gibi oturmasını izlemek istiyorum.” Derin bir iç çektim.

“Sensin.” Karşı taraftan bir hırlama geldi. Bu adamın azmini gerçekten anlayamıyordum. Neden bu kadar hırslıydı? Nereden geliyordu bu azim? Niye kırılmamıştı genç yaşında? Normalde şu an yaptığım işi sevip sevmediğimi düşünsem de... bu adam beni korkutuyordu.

Geride kalma korkusunu hissedebiliyorum. Bir dahi değildi. Ama çalışma manyağıydı. Kafamı iki yana salladım. Gerçek dünyada böyle insanlar olduğuna inanmazdım. Fakat o, beni hayatı düşünmem konusunda belli bir şekilde zorluyordu. Bana azim hissettirebiliyordu.

İnsanı kendi peşinden koşturan bir havası vardı gerçekten. Kısa zamanda benden ayrılacağına ve rakip olacağımıza emindim. Güldüm. Belki o zaman bana kaptan demeyi bırakırdı. Nihayetinde bana ilk o öyle seslenmişti ve daha sonra lakap gibi yapışmıştı üstüme. Gerçi ‘patrona’ tercih ederdim ya...

İnsanları özleme huyum yoktu fakat o ayrıldığında onu özler miydim acaba? Belki rakip olmak daha eğlencelidir? Hava limanına girerken onun gibi olduğum zamanları düşündüm. Aklıma direk bir anı geliyordu;

Yere uzanmış ellerimi iki yana açmıştım. Daha önce de umutsuzluğa yakalanmıştım. Defalarca ve defalarca hem de. AlacakaranlYereığın bulutsuz gökyüzüne bakıyordum.

Bir şey için hazırlanırken umutsuzluğa kapılmıştım. Akmayan göz yaşları gözlerimi ağrıtıyordu. Dizlerimdeki kot pantolonu sıkıca sıkıyordum. Ve sinirden titriyordum. Dişlerimi sıkıyordum. Şöyle demiştim. Yapamayacağım. Böylesine delice başarmak isterken... İçimde böylesine bir kor ateş, başarmak için yanıp kül olur ve beni içten içe yakarken... nasıl böylesine başarısız olurum!

Çabalarım kötüye gitmiş ilerleme kat edemiyordum. Gözlerimden yaşlar aktı. Neden, neden! Neden başaramıyordum ya. Bu kadar böylesine başarmak isterken... neden böylesine başarısızdım! Kafamı zemine dayamış sinirden titriyordum. Göz yaşlarım burnumun ucuna doğru akıyordu. Gözlerim açıktı fakat zemini göremiyordum.

Ellerim iki yana düşmüştü. Avazım çıktığı kadar neden, diye bağırmak istiyordum. Umutsuzlukla yere devrilmiştim. Yaşlar akıyordu ama umutsuzluk dışında hiçbir şey hissetmiyordum. Lütfen. Sadece başarmak istiyorum. Lütfen. Lütfen...
Sessizce çırpındığımı hatırlıyordum.

Ben daha başlangıç çizgisine bile ulaşamamışken onlar beni geçiyordu. Gözlerimi yumdum. Artık geçilmek değil geçmek istiyordum! Artık bir şeyler istiyordum. Artık başarmak istiyordum.
Kollarımla kafamı sarmıştım yattığım yerde. Doğruldum. Çalışmalıydım. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Fakat içimden bir ses bağırıyordu. Dinlenme zamanında dinlen. Dinlenmeyi bilmelisin. Yeri geldiğinde dinlenmezsen ayağa gerektiği kuvvete kalkamazsın.

Dişlerimi sıkarken tekrar sinirden titremeye başladım. Ama öbür türlü de başaramıyordum. Sinirden yalpalayarak camın önüne gidip karanlık gökyüzüne bakmıştım. Aklıma verdiğim sözler geliyordu.

Tüm gücümle başaracağım, diye haykırmak istiyordum. Gökyüzündekiler duysun diye. Ne olursa olsun seni iki yüzlü dünya. Başaracağım anladın mı. Deliler gibi başaracağım! Ve siz gökyüzündekiler, siz şahit olacaksınız.

Avazım çıktığı kadar çığlık atmak istiyordum. Ama tek yaptığım öylece gökyüzüne bakmak oldu. Çünkü evde teyzem vardı. 

Alaca karanlığa baktım. Şimdiyse teyzem yoktu. Ailem uzaktaydı. Burada kimse yoktu. Yapayalnızdım. Ama bağıracak kadar, tutacak, haykıracak gücüm yoktu. O zamandan sonra da asla başaramamış giderek boğulmuştum. En son şöyle düşünmüştüm, Umutsuz vaka mıydım?!

Hava limanının otoparkına park ederken derin bir nefes verdim. Artık başarmak ya da başarmamak umurumda değildi. Çok acı çekmiştim be. Çok yorulmuştum. Şimdi ulaştığım şeylerse...

Gökyüzündekiler görsün.
Ve şahit olsunlar, benden bu kadar.







Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Where stories live. Discover now