17. Bölüm: İnsanlardan Kartpostallar

10 10 0
                                    

Kendimi eve attığımda içim titredi. Hava iyice soğumuştu.

Elizabeth her zamanki gibi beni karşılamak için geldi. Her zamanki gibi içten ve merhametli bir tebessümü vardı. “Üşüyor görünüyorsun.”

Ona karşı hala ne hissetmem gerektiğinden emin değildim. Bakışlarım ahşap zemine eğildi.

“Hava biraz soğuk. Kar uyarısı verildi.” Diye mırıldandım. Atkımı çıkartırken devam ettim. “Bu gün ekip gelecek. Sabahlarız muhtemelen.” Adamla konuşmamızın üstünden iki buçuk hafta geçmişti.

Elizabeth’i hala kovmamış olmama şaşırıyordum. “Size Çin mantısı yapabilirim.” Kafamı salladım. Açıkçası ne yapıp yapmadığı üzerinde düşünmüyordum.

Sadece evde bir kalabalık olacaktı ve geçen sefer haber vermediğimde kırgın bakışlarını günlerce üzerimde hissetmiştim.

Bir daha o tuhaf bakışların ürpertisini ensemde hissetmemek için yaptığım fuzuliden bir uyarıydı yalnızca.

“Alex fırında patates seviyor. Ondan da yapabilirim.” Oturma odasına geçerken ona baktım. “Zahmet olmasın.” Güldü. “Yemeklerimi severek yiyen insanların olması insanı şevke getiren asıl cevherdir.”

  O kanepeye otururken ben mutfağa yöneldim. Ocağın üzerindeki tencereleri fark ettim. “Zaten yemek yapmışsın. Bunları yeriz.” “Ama olmaz, onlar misafir.” Derin bir nefes verdim.

Zaten durmadan yemek yapıyordu. Canı ne istiyorsa yani... Rafta duran ilacını aldım ve bir bardak su doldurdum.

Tekrar oturma odasına girdiğimde ilacını ve suyu sehpaya bıraktım. “İçmeyi unutuyorsun.” Yüzünde çocuksu bir seğirme boy gösterdi. “Yemek yaparken vaktim olmamıştı.”

Bunu birkaç gün önce fark etmiştim. İşlere kendini kaptırıyordu ve ilaçlarını almayı unutuyordu. Onu hastaneye götürme zahmetinde bulunmak istemiyordum. İhtiyarın kalp krizi geçirmemesi ikimiz için de en iyi olanıydı.

Daha rahat bir şeyler giymek için üste çıktım. Belki de ona her gün ilacını getirmemi seviyordu? Daha rahat bir şeyler giydikten sonra mutfağa girdim. İkimize yemek koymuştu.

Hala onunla oturup sohbet etme girişiminde bulunmamıştım. Bu nedenle yakında sıkılıp gideceğinden emindim. Bütün gün evde sıkılmıyor muydu? “Afiyet olsun.” Dedi nezaketle. “Afiyet olsun.” Sıcak çorbamı üfleyerek içtim.

Dışarıda kar yağışı başlamıştı. Kış bana iyi hissettiriyordu. Sessizlik içerisinde yemeğimizi yedik. Eskiden konuşmamak bana kötü hissettirirdi.

Herkesle iletişime geçmek, bir şeyler konuşmak isterdim. Belki hala bu istek vardı fakat çok diplerdeydi.

Saatler sonra tabağımı bulaşık makinesine koyarken “Eline sağlık.” Demeyi ihmal etmedim. Bunlar yeni yeni hatırladığım birkaç nezaket kuralıydı.

Açıkçası çokta umursamıyordum fakat annemlerin gelişine antrenmandı. Annem bunları yapmadığımı görürse gözlerimi oyardı.

Oturma odasına geçtiğimizde ben şömineye bakarken, o da örgü örmeye başladı. Arkama yaslandım. Hala şu farklı hayatları düşünüyordum.

Belki de düşünmem gereken daha önemli şeyler vardı? Şu an profesör ile karşılıklı oturmak isterdim doğrusu.

Dışarıda karlar birikmeye başlamıştı ve hala yağıyordu. Doğruldum. “Arabayla dolaşacağım.” Kafasını hafifçe sallarken onun ördüğü mavi yün yumağına bakıyordum.

“Sende gelmek ister misin?”

Örgüsünden kafasını kaldırdı. Her zamanki gibi gülümsüyordu. “Düşünecek şeylerin var gibi, engel olmayayım.” Güldüm. “Yürüyen bir tecrübe, asla bana engel olmaz.” Benim yaşımdaki pek çok kişi kendi kendine deneyim edinmek isterdi. Kendi yolunu çizmek...

Oysa ben, benden büyük insanların deneyimlerinden faydalanmayı seviyordum. Asla kalın kafalı bir ergen olmamıştım. Yaşlıların benden daha çok yaşadığını ve dünyayı algıladıklarının farkındaydım.
Düşüncelerini kabul et ya da etme, bilgileri pek çok şey anlatabilirdi.

Sanırım biraz yaşlı bir ruha sahiptim. Yavaşça kalktı. Kabanlarımızı giydik ve arabaya gittik. Ben aracı garajdan çıkartırken, onun gözlerinden ışık çıkıyordu, sanırım arabaya binmeyi seviyordu.

“Doğrusunu istersen... Hiç arabam olmadığından binme şansım da olmamıştı, yani gençliğimi saymazsak...” Kaşlarımı hafif kaldırırken yola çıktım.

Sanırım bu heyecanının dikkatimi çektiğini fark etmişti. “Kocamla bir arabamız olmamıştı. Ben çalışmıyordum. Açıkçası bir şeylere sahip olmak için birilerinin benim varlığıma muhtaç olması gerekiyordu.
Mesela kocam yemek yapmayı veya çamaşır yıkamayı bilmezdi. Beni yanlış anlama bundan bahsediyorum.”

Bana baktı, gözleri bir gerçeği gözler önüne serer gibiydi. “Şimdi de sen, yemek yapamıyorsun.” Dedi.

Ona olan muhtaçlığım onun şu an bir şeyler yaşamasının önünü açıyordu. Araba, mutfak eşyaları... Sözleri yüzüme tokat gibi otururken, sessizce sürmeye devam ettim.

“Fakat hata yaptım. Sadece sabit fikirli olmak ve bu yönden ilerlemek hataydı, kendimi daha çok geliştirmiş olmak isterdim. Çünkü başkalarının bana muhtaç olduğu kadar bende onlara muhtacım.”

Çok açık sözlü ve dürüsttü. Ayrıca şimdi niye benimle çalışıyor anlamış olmuştum. Sessizlikle ilerlemeye devam ettik.

Ağaçların üstüne beyaz ve dolgun kar düşmüştü. Parklar ve bahçeler harika bir görsel şölen oluşturuyordu. Bir kartpostalı andırıyordu. Etraf erken ışıklandırılmaya başlanmıştı. Kar yağdığını gören pek çok insan dışarıya yürüyüşe ya da oyuna çıkmıştı.

Hafifçe arabanın ön camına düşen kar taneleri, arabanın içinde çalışan klima ve sıcak esen rüzgar nedeniyle anında eriyordu. İnsanı harika hissettiriyordu.

Her kar yağdığında genelde böyle dolaşır ve zihnimi toparlardım. Araba sıcaktı. Klima sıcak rüzgar üflüyordu fakat dışarısı bembeyazdı. Bu insanı harika hissettiriyordu.

Annem beni hep ilginç zevkleri olan biri olarak tanımlardı. ‘hoşlandığın ve tercih ettiğin şeyler diğerlerine benzemiyor.’ Derdi.

Doğru olabilirdi. Beni rahatlatan şeyler uzun bir araba gezisi veya yeni ev gezisiydi. Mutlu olmak için alışveriş yerine temiz çarşaf koklamayı ya da bir resim sergisini gezmeyi severdim.

Bir kedi sevmek te olabilirdi bu. Gün doğumunu ya da batımını izlemek beni rahatlatırdı.

Çiçekten taç yapmayı severdim fakat yemek veya temizlik yapmaktan nefret ederdim. Bazen zevkine sıcak su torbası doldururdum. Hoşuma giderdi.

İyi bir öğle yemeğindense ayakta simit ayran yapmayı severdim. Uzun uzun tuvalette düşünmeyi severdim...

Sanırım pek çok açıdan ruhum fakirdi. Bilemiyorum. Sessizlik içinde dolaşmayı sürdürdük. İçime sonsuz bir huzur ve mayışmışlık çökmüştü. Kendimi uzun ve rahat bir uykudan uykumu tam almış olarak uyanmışım gibi hissediyordum.

Kar yağmayı bitirince de eve döndük.
Şapkasını çıkartırken, “Gezi için teşekkür ederim.” Dedi. Elimi salladım ve içeriye geçtim. İçim huzur doluydu. Şu an her kim ne istiyorsa yapabilirdi.

O ise akşam hazırlığı için mutfağa yöneldi. Mırıldandığı şarkıdan onun da huzur içerisinde olduğunu anladım ve bu beni daha da huzurlu bir hale getirdi.

Şömineye yakın bir hamağa otururken laptopu aldım ve ödevime devam ettim. Yüzümde rahat ve gevşek bir ifade vardı.

Mimarlık okumak gerçekten zordu. 
Ama dışarıda kar yağıyordu ve ben şöminenin karşısında kartpostal görüntüsünü tamamlıyordum.


Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK حيث تعيش القصص. اكتشف الآن