31. Bölüm: Örgün Örgüt

3 2 0
                                    

Parmaklarımı direksiyona vururken Alex geldi ve kendini yolcu koltuğuna atarken derin bir nefes verdi. Üstünde siyah bir takım elbise vardı. Uzaklaşırken, “Hayrola?” dedim.

“Leyla ile buluşma için fazla değil mi? Hayır, kızı korkutacaksın yani.” Güldü. Boynundaki beyaz kravatı fazlasıyla gevşetip, siyah gömleğinin birkaç düğmesini açtı. “Yok kaptan, değiştirecek vaktim olmadı.”

Ona sert bir bakış attım. “Vallahi mafyalar değil!” Son hız giderken insanlara makas atıyordum. “İyi, avukatı bulduk diye gevşeme!” Derin bir nefes verip öne eğildi, torpidoya yüzüstü yaslandığından sesi boğuk çıkıyordu.

“Kaptan, sana bir şey söyleyebilir miyim?” “Çok mu önemli?” Kafasını bana çevirdi. Kolları, sinirsel kontrolünü kaybetmişçesine yere sarkıyor, yanağı torpidoya dayalı olduğundan komik görünüyordu.

“Arkadaşlarımdan biri, doğum günüm için bana bir kravat takımı kargolarmış-“ “Senin doğum günün müydü?” Suratını astı. “Birkaç hafta önce! Asla hatırlamadığın doğum günüm.” Somurttum. “Bu ekibi daha bu sene kurdum?” Omuz silkti.

“Sana birkaç kere söyledim, yine de hatırlamadın. Neyse, zaten hiçbir özel günü, kendi doğum günün de dahil-“ “Ah, bir ay önceydi.” Diye mırıldandım, ekibe söylemediğimden, anne ve babam yaşanan hat sıkıntılarından ve Miri’nin hastanede yatışta olduğundan kimse kutlamamış ve dolayısıyla bende kutlamamıştım.

Kimse de kutlamayınca kendi kendime kutlamanın ne anlamı vardı ki? Ya da doğum günlerinin ne anlamı vardı? Hiç kimseden hiçbir şey beklemiyordum. Belki de bekliyordum..? Pek emin değilim.

Hayat yitip gidiyordu ve erken ölen canların aksine, biz niye hala hayattaydık? Aklıma Poyraz ve geçen gördüğüm kolye geldi. Uyku düzenime gerçekten dikkat etmeliydim.

Doğum günüm konusuna dönecek olursak, o gün kimse kutlamamıştı. Fakat daha sonra ailem bana özür maiyetinde devasa kargolar gönderince ekip te öğrenmiş olmuştu, ondan sonra da hepsi doğum günlerini söyleyip, birbirlerinin takvimine kaydetmişlerdi.

Alex “Kesinlikle! Yıl başını kutladığından bile şüpheliyim.” Omuz silktim. “Hayır, kutlamıyorum.” Derin ve kesin bir iç geçirirken gözleri baygındı.

“Her neyse, kaptan! Her neyse. Hiçbir özle günü kutlamadığından, zaten benimkisini de kutlamanı beklemiyordum.” Dedi fakat yüzü aksini söylüyordu. Kutlamam için gözlerimin içine bakıyordu.

Herkes Alex’in benden övgü koparmayı sevdiğini biliyordu. Tıpkı Miri gibi. “Hım.” Dediğimde hızla doğruldu. “Nasıl ya? Hala mı kutlamayacaksın!” “Ee? Alex. Sorun neydi?” Hafif yana savrulmayı umursamadan, “Ne gıcıksın.” Dedi.

Tekrar yaslanırken devam etti. “Her neyse, bana kargo geldi, gelen kravat takımı, daha doğrusu kravat yırtıktı. Bunu ne yapayım?”

“Bilmiyorum Alex.” Dedim bıkmış bir sesle. “Yani, kargo şirketine mi yazmalıyım yoksa mağazaya mı?” “Arkadaşına, ki o satın aldığından işlem yapabilsin.” Doğruldu. “Olmaz ona yazmam.” “Neden?” “Ne bileyim, hediye ondan ya, belki üzülür ya da bilemiyorum. Onu uğraştırmak istemiyorum.”

“Onu uğraştırmamak adına beni uğraştırıyorsun!” “tabii ki.” Dedi yüzünü ekşiterek, sanki bu dünyadaki en normal olayıymışçasına.

“Of, Alex. Bilmiyorum. Hediyeyi başkası almışken sen-“ Durdum. “Nasıl bir yırtıktan bahsediyorsun?” Omuz silkerken kafasını, dönmemle sertçe sama çarptı.

“Arka kısmında, görünmüyor normalde ama yırtık yırtıktır.” Dedi camla kendini ayırmaya çalışırken. Kafenin önüne geldiğimizde durdum. 6.01 geçiyordu. Bir kaşım seğirirken kemerimi çözdüm. “Yani, istersen Elizabeth’e sor. Madem arkada, dikiş sorun olmaz. Tabii eğer arkadaşına yazmamakta ısrarcıysan.”

Kemerini çözerken bana baktı. “Bu harika bir fikir. Sağ ol kaptan, cidden bir tanesin.” Arabadan inerken durdu ve dudak büzdü. “Bazenleri.” Somurma ve gülme arasında araçtan indim. Arabadaki termosu aldım ve yere boşalttım.

Soğuk karların üstüne, sıcak çay oldukça çok buhar çıkartmış, yerdeki karları eritmişti. Alex bana bakınca omuz silktim. Kafenin içerisine yürüdük. Sıcak ve güzel bir yere benziyordu. Kapıdan içeriye girince sıcak hava yüzümüze esti. Etrafta onu ararken ilerlemeye başladık.

Cam kenarında bir masada oturuyor ve telefonuna bakıyordu. Oraya ilerleyince, telefonda oynadığı oyunun silah sesleri geldi. Alex koşarak ilerledi. “David bu oyunun hastası! Onunla tanışman lazım.” Adam irkilerek, tepesinde ona eğilen Alex’e baktı.

Boğazını temizlerken yanlarına varmıştım. Ayağa kalktı. “Sizi görmedim. Nasılsınız?” derken Alex’e elini uzattı. Alex,  daha sonra da ben sıktım.

Avukatın da takım elbise giydiğini görünce, kendi üstümdekilerin sönük kaldığını düşündüm. Oysa ki davete tek uygun giyinen bendim. Davet de denemezdi. Bu bir buluşmaydı. Arkadaşça bir şeyler- kahretsin, gerçekten yapmak istediğim hiçbir şey ‘normal’ üniversite öğrencilerine benzemiyordu.

O samimi tanıma hiç uymuyordu. Pekala o bir avukattı, dava ya da duruşmadan dönmüş olabilirdi. Camdan dışarıya baktım. Hava bu gün erken kararmıştı. “Yağmur yağacak galiba?” diye mırıldandım.

Avukat “Romatizman mı var?” dedi. Alex bıyık altından gülerken, avukatın kızıl gözlerine baktım. “Hayır. Sadece, havadan öyle olacağını düşündüm.” Kafasını sallarken, kızıl gözleriyle gökyüzüne kaçamak bir bakış attı.

Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Where stories live. Discover now