23. Bölüm: Şeytan ve Çırağı

5 5 0
                                    

Avukat ve Alex hızlı adımlarla yetkili birinin odasına ilerlerken, ekip koşarak yanımıza geliyordu. Ellerim ceplerimdeydi. Alex’e sonra bana baktılar. İkisi guruba bakmadan gitmişlerdi.

Yüzlerinde son derece çetin bir ifade vardı. Araçta da fısıldaşıp durmuşlardı işin gerçeği.

Ekibe avukatla olanları anlattım. David kendisinden beklemediğim kadar derin bir nefes vererek, ellerini saçlarından geçirdi ve duvara döndü. Teo derin bir nefes verirken David’in sırtına vurdu.

Giny “Aptal.” Derken öfkesi yerini sırıtışa ver rahatlamaya bıraktı. Sinirleri geçmemiş gibiydi. Meggy elini kalbine koydu. “Çok şükür.” Ardından koyu gözleriyle bizi süzdü. “Cidden, bunun duyulmaması gerekiyor.” Dedi, Jaz kafasını sallarken.
Meggy Giny'e endişe ile bakındı.

“Alex çok parlak bir ikinci sınıf. Çok popüler. Bu duyulursa karizması çizilebilir, dedikodular yayılırsa onun için kötü olur. Namı pek çok okulda ve üst düzeyde, bunun olmasına izin veremeyiz.” Giny dudaklarını kemirmeye başladı.

“Evet, çok parlak bir geleceği var. Kendi aptallığı yüzünden yok olmasına izin veremem.”

Meggy “Peki ne yapacağız?” dedi. Giny hala dudaklarını yiyordu. “Şu an bunu bilen, bu konuyu gören kimse yok. Öyle de kalmasını sağlayacağız. Kimse tek kelime dahi etmeyecek. Zaten sicili temizlenecek. Bu gece hiç yaşanmamış gibi davranacağız. Olur da bir şekilde duyulursa, Alex’i kıskandığını söyleriz. Ve yeni yapacağımız projeyi de öne atarız.”

David Giny’e döndü. “O cüce kendisi söylerse, ki yapma olasılığı çok yüksek.”
Giny yumruklarını çıtlatırken, “Köşeye çekip nazik bir dille anlatalım.” Dedi. David kafasını salladı. “Onu ilk dövenin ben olması şartıyla.”

Teo “Beyler, sakin.” Dedi. “Bizim Alex, cidden saf biri fakat bunu söylememesi gerektiğinin da farkındadır.” Parlak cilalı zemine bakıyordum. Mecburen de olsa sır tutmak berbat bir şeydi.

İnsanı her geçen gün daha derine batırırdı ve şu alışkanlığı yüklerdi, kimseye hiçbir şey söyleme, durumu çaktırma. Ve onunla bağlantılı konunlar hakkında da yalan söylerdiniz.

Yalanlar yalanları doğururdu ve sonunda gerçekliği kaybeder, ikisini ayırt edemez hale gelirdiniz. Yine de söylememeniz gerektiğini bildiğiniz asıl sır sizi prangalayarak yere sabitlerdi. Yalanlar da üzerinize daha çok zincir atardı.

Ve bir zaman sonra sessizliğe bürünürdünüz. Hiç kimseye hiçbir şey anlatmayan biri olur çıkardınız.

Küçükken söylediğim yalanlar beni bir hayli boğmuştu. Gerçekliği kaybettiğim o sınırda, daha fazla konuşmamak için sessizliği tercih etmiştim. Artık kendime dair bir şeyleri korumam gerekiyor, diye düşünmüştüm.

Sıranın bana yaklaştığı son zamanlarda, insanlar garip davrandığımın farkındalardı. Onlarla görüşmeyi de bırakmıştım. Orada çabaladığım tek şey ‘akıl sağlığımı korumaktı’ çok uzun bir süre sadece bunun üzerinde odaklanmıştım.

İnsanlarla çok görüşmesem de mesajlaşıyordum. Sosyal becerilerimin 0'a indiği dönemlerdi ve mesajlarıma da yansıyordu. Deniz bir şeyler olduğunun farkındaydı. Bu nedenle onu sertçe kesip atmış ve bir daha mesajlaşmamıştım.

Arada mecburen konuştuğumuzda ise bana iyi davranırdı. Konuşmaya ihtiyacım olduğunu açıkça görüyordu. Sürekli, üzülme ya da bu senin hatan değildi veya kafana takma hallederiz. Yazıyordu.

Bu mesajlar beni daha çok harap ediyordu. Kendimi ve olanları unutmaya, yokmuş gibi davranmaya çalışıyordum. Fakat o derine inmek istiyor, olanları açmak ve kendime hatırlatmamı istiyordu.

Kendimi inandırdım. O ise kendimi kandırmamı bir kenara atardı. Nihayetinde o ve diğerleriyle konuşmayı 0’a indirmiştim. Kimseyle mecburen olmamak dışında konuşmuyordum.

Kafam hep doluydu.

Dünyadaki tüm gerçeklere kulaklarımı kapatırdım. Tıpkı bütün dünyanın benim-bizim gerçekliğimize kulaklarını tıkanması gibi.

Derin bir iç geçirip kafamı yerden kaldırdım. Sır tutma sırası Alex’teydi, küçük veya değil, onun için üzüldüğümü hissetim. Kendiniz hakkında tutmanız gereken sırlar, o kısmınızın dünya üzerinden silinmesiydi ve ardından siz de silinirdiniz.

Çünkü sizin içinizde ve aklınızda hep orası kalırdı.

Ekip ise hala birbirleriyle konuşup hararetle birbirlerini onaylıyorlardı. Jaz bile olabildiğince ilgi gösteriyordu. Elizabeth’i aramam gerektiğini hatırladım.

Endişelenmiş olmalıydı. Yavaşça ekipten uzaklaşıp dışarıya çıktım. İçerisinin beyaz aydınlığına rağmen dışarısı gece mavisi ile kapkaranlıktı. Etraftaki soğuk havayı içime çektim. Ağzımdan buharlar çıkıyordu. Köşeye bir yere gittim ve telefonu çaldırdım.

Tek çalışta açtı, telefonu yanındaydı anlaşılan, ki asla olmazdı. Genelde onu iki kere çaldırmam gerekirdi. Bu, bana ne kadar endişeli olduğu hakkına bir fikir veriyordu.

“Ne oldu Eylül?” dedi, sesi tedirgindi. “Ah, bir şey olmadı. Karakoldayız. Avukat; sıkıntı olmaz, biraz para veririz sicilini de temizleriz dedi. Alex’i alıp geliriz birazdan.” Dediğimde derin bir nefes verdi.

“Çok şükür.” Etraftaki insanlara baktım. Usulca birbirleriyle konuşan birkaç polis dışında kimse yoktu. “Neyse şimdi içeri geçmeliyim. İlaçlarını unutma. Ve istersen eve git.”

“Alex’i görüp gitsem içim daha çok rahat eder.” “Sen bilirsin.” “Tamam, kendinize dikkat edin.” “Olur. Ederiz.” “Görüşürüz.” “Tamam. Kapat.” Dedim ve telefonu kapattım.

Eskiden beri düzgün konuşma adabım yoktu. İçeriye yöneldim. Eskiden telefonları, ‘ne oldu?’ diyerek açardım. Fark etmeden yaptığım bir şeydi fakat annem çok kızardı. Gerçi hala kızıyordu ya neyse.

İçeriye girdiğimde gurup sessizce bekliyordu. Kafalarını kaldırıp bana baktılar.

Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK حيث تعيش القصص. اكتشف الآن