16. Bölüm: Yarım Anıların Şarkısı

9 9 0
                                    

Kafeye vardığımda kafamı direksiyona dayadım. Leyla gitmişti. Buluşmaya beş dakika geç kalmıştım. Kemeri çözdüm. Daha fazla geç kalmamalıydım.

Arabadan inip kafeye girdim. Ve gözlerim adamı aradı. Saatine bakan ve iç çeken adamı duvar kenarında gördüm. Ona doğru ilerlediğimde gözlerimiz kesişti. Kafamla onu onayladığımda ayağa kalktı.

“Eylül hanım?” “Evet, beklettiğim için kusura bakmayın.” “Daha küçük görünüyorsunuz.” Minyon bir tipim vardı. Bu nedenle eskiden ve şimdi olan yüzüm neredeyse hiç değişmezdi. Küçük, kemiksiz bir yüz. Bu nedenle hep olduğumdan küçük sanılırdım.

Bu geçmişte işime de yarardı, mesela insanları kandırırken. Fakat... bazen de üzüyordu işte. Liseye giderken, orta okula gidiyorum sanıyorlardı. Üniversitenin ilk iki yılı da kimse üniversiteli olduğuma inanmıyordu.

Bazen bir konferansa ya da mülakata girdiğimde binadakiler “Küçükler için uygun bir yer değil burası.” Ya da “Ah, sadece liseliymiş.” Ya da “Orta okullu bir çocukmuş.” Veya “Velini getirebilir misin tatlım.”

Sözleriyle karşılaşıyorum. Bu nedenle kimliğimi hep montumun iç cebine taşıma alışkanlığı edinmiştim. İkimiz de otururken onu görmezden geldim. Garson hemen dibimizde bitti.

“Hoş geldiniz. Siparişinizi alabilir miyim?” Adam “Önerdiğiniz bir kahve olur.” Dedi. Garson ona gülümseyerek baktı.

Ardından bana döndü. “Soda.” Kafasını sallayarak gitti. Adama dönüp koyu kahve gözlerine baktım. “Sizinle temasa Meggy girmiş.”  Kafasıyla onayladı.

“Yıkık evinizin fotoğraflarını ve grafiklerini gördük fakat tam emin olmak için eve de bakmak istiyorum.” Adam bir süre bana baktı. “Size daha projeyi vermedim.”

Hiçbir gülme emaresinde bulunmadım. “Konumuz sizin projeyi verip vermemeniz değil. Fark ettiyseniz önce eve bakmak istediğimi söyledim. Onaylamadığım bir yer için zaten sizi ikna etmeye çalışmam. Önce benim onayımı siz alacaksınız.”

Adam hafif kaşlarını kaldırıp gözlerini bana dikti. Ve sonra gülümsedi. “Size evi göstersem bile, sizi tutma konusunda emin değilim.”

“Maalesef ki yine yanlış fikirlere kapılmak üzeresiniz. Siz bizleri tutmazsınız. Biz projeyi alırız veya almayız. Burada siz daha büyük bir amaca hizmet etmek için aracısınız. Niyetim size hakaret etmek ya da üste çıkmak değil fakat arz edersiniz ki, hiçbir mimar eve bakmadan projeyi almaz, değil mi? Bu da bize neyi gösterir? Müşteriler mimar tuttuklarını düşünseler de aslında mimarlar aracılarla yer seçer.”

“Fazlasıyla hazır cevapsınız, belki de mimar olmak yerine avukat olmalıydınız.”

“Fikrinizi sorduğumu hatırlamıyorum. Bir daha hayatım hakkında yorum yapmayın.” Derken itici bir nesneye bakar gibi adama gözlerimi diktim.

Biraz sert veya kabadayı gibi davrandığımın farkındaydım. Bu nedenle insanlar beni ilk başta küçük görse de bu daha sonra yaşayacaklarına büyük şok etkisi bırakıyordu.

Nede olsa insanlar minyon tipli olanların, tipleri edasıyla yumuşak ve olumlu olmalarını, çocuk gibi olmalarını bekliyorlardı. Belki de bu nedenle, böyle görünmekten nefret ettiğim için bu kadar kabalaşmıştım?

Fakat üste çıkmak ve kabalaşmak istemiyordum. Her zaman bu daha yorucu olan yoldu. İçimdeki arzuyu bastırdım.

Hafif gülümsedim. “Kusura bakmayın lütfen.” Elimle garsonu çağırdım. Koşarak yanımıza geldi “Bizim siparişlerimizi biraz beklet lütfen.” Dedim ve adama döndüm.

“Öce araziye bakıp sonra iş konuşmak daha mantıklı. İkimiz içinde. Sizde ne dersiniz?” Adam ayağa kalktığında devam ettim. “Önden buyurun sizin mekanınız.” Hafif gülümsüyordum.

Zoraki bir dudak kıvırma hareketiyle kafasını salladı ve kafeden çıktık. Arabalarımıza bindiğimizde onu takip ettim. Oldukça yavaş kullanıyor oluşu sinirlerimi yıpratıyordu.

Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang